A.R.T.Z: Öncelikle bize vakit ayırdığın, söyleşi davetimizi geri çevirmediğin için teşekkür ediyorum. Fantastik edebiyata düşkünlüğünü biliyorum. İlk olarak merak ettiğim türle ilişkinin ne zaman, hangi kitaplarla başladığı.
OKG: Böyle bir oluşumda beni düşündüğünüz için asıl ben teşekkür ederim. Katkıda bulunabilirsem ne mutlu bana. Türle ilk birlikteliğim oldukça eskiye dayanır. Okumaya ilk başladığım zamanlarda, yani 7-8 yaşlarımda. Bilenler vardır belki, “Küçük Vampir” diye bir seri vardır. Fantastik olarak okuduğum ilk kitap serisi oydu galiba. Filmi de var hatta. Okumayı sevdiren kitapların başında gelir benim için. Aklımda kalan en eski kitap bu.
A.R.T.Z: Peki bir metnin fantastik unsurlar taşıması ondan keyif alman, onu beğenmen için yeterli mi?
O.K.G: Bir romanın ya da öykünün fantastik unsurlar taşıması ona ikinci kez bakmam için yeterli ama okumam için yeterli diyemem. Türle çok fazla haşır neşir olunca bir süre sonra aynı şeyleri –vampir, elf, kurtadam, ejderha vb. – okumak sıkabiliyor. Bir fantastik eserde aradığım ilk şey tüm konusunda olmasa da ufak bir özgünlük.
A.R.T.Z: Gerçeğin ya da reel yaşamın fantastikle ilişkisini nasıl görüyorsun? Aynı zamanda bir öykücü olduğun, öykü yazdığın için de bu soruyu soruyorum. Fantastik evrenlerin kendi gerçeklerini yaratması mı cazip geliyor yoksa gündelik yaşamın da fantastik yanları olduğunu düşünüyor musun?
OKG: Fantastik eserleri yıllar boyu gerçeklikle ilgilendirenler oldu zaten. Çok bilinen örnekler olarak, Yüzüklerin Efendisi serisindeki Orkları Türklerle özdeşleştirenlerden tutun, Buz ve Ateşin Şarkısı serisinin Avrupa’nın bir yansıması olduğundan bahsedenler ve daha neler neler. Fantastik ögeler olsa dahi, ortada bir gerçeklik bulunuyor mutlaka. İnsanın zihni kısıtlı ne yazık ki, her ne kadar sıfırdan bir şeyler yaratır gibi görünse de bir yerlere bağlı kalıyor ister istemez. Gerçek hayatta ise yıllardır fantastiği aradım ama bir türlü bulamadım.
A.R.T.Z: Öykü yazmadaki motivasyonun nedir? Yazım sürecinde nasıl bir yol izliyorsun? Anlatmaya değer bulduğun, ya da irdelemekten keyif aldığın ana temalardan bahseder misin?
OKG: Yazmaya ortaokulda başladım. O zaman yazdıklarım kendimden büyük şeylerdi ve hep bir yanı eksikti. Yazmaya ara vermiştim, yazdıklarım yetersiz olduğu için. Daha sonra tekrar aktif bir şekilde yazmam çok yakın bir arkadaşıma hediye olarak yazdığım öyküyle başladı. O kadar güzel övgüler aldım ki içimdeki isteği durdurmak için yazmaya devam ettim. İlk başlarda iki haftada bir yazıyordum şimdi ise iki ayda bir zor zaman ve fikir bulabiliyorum. En büyük motivasyonum beğenilmek ama yazarken gerçekten keyif aldığım şeyleri başkaları beğenmese bile kendi kendimi motive edebiliyorum. Çoğunu kendim için yazıyorum. Aklıma bir fikir geldikten sonra kendime bir yol haritası çiziyorum. Bunu sadece kafamda yapıyorum. Bir gün de sürebiliyor, iki ay da. Kafama yattıktan sonra yazmaya başlıyorum. Genelde bir gün içinde yazıp bitiriyorum. Daha sonra iki üç kez okuyorum ve son dokunuşları yapıyorum.
Psikiyatrist olmayı düşünen bir insanım. Bu yüzden insan zihnini irdelemek aşırı hoşuma gidiyor. İnsanlardaki vahşet yazılarımda takip ettiğim en büyük iz . Hikâyelerim mutlu sonla bitmez genelde, hep bir taraf incinir ve bu taraf genelde başkarakterim olur. Bunları bazen fantastik bazen bilimkurgusal örgüsüyle bazen de aşk temasıyla anlatırım ama hikâyelerin derininde her karakterim sorunludur, hiç masum biri bulunmaz. Okunmaya değer olan fikirler benim için genellikle fantastik unsurlara sahip olanlardır, bu yüzden türü irdelemeyi çok severim.
A.R.T.Z: Fantastik edebiyatın mitolojik yanlarını nasıl değerlendirsin? Yazdıklarında kullandığın, başvurduğun bir kaynak mıdır mitoloji?
OKG: Şu ana kadar tam anlamıyla mitolojik bir hikâye yazmak kısmet olmadı, sadece bir hikâyemde orman perileri vardı, fakat aşırı severim mitolojiyi. Özellikle Yunan ve Mısır mitolojisini. İlyada’yı ve Tanrıların Masalları adlı kitapları okuduğumda zevkten dört köşe olmuştum. Bir yanım gerçek olduklarına inanır, daha önce de dediğim gibi insanoğlunun zihni kısıtlı ve bu mitolojik canavarların, hikâyelerin çıkmasının altında mutlaka bir gerçek olduğunu da bilirim. Kim diyebilir ki binlerce yıl önce Minotaurların olmadığını!
A.R.T.Z: Türkiye’deki fantastik edebiyat gelişmelerini takip ediyor musun? Bizden okuduğun yazarlar var mı? Son dönemde özellikle gelişme gösteriyor gibi tür.
Ara ara ilgimi çeken konular oluyor. Özellikle son yıllarda gittikçe artıyor fantastik türdeki romanlarımız. Yine de takip etmiyorum, beni etkilememesi için. Türk yazarların bu konuda tam kalifiye olmadıklarını düşünüyorum. Kendimi de hep yetersiz bulurum bu konuda. Daha çok yeniyim, yeniler. Bu hikâyelerle büyüyen neslin bu türe iyice hâkim olması için en az bir on sene var diye düşünüyorum. Son yıllarda dikkatimi çeken seri “Kan Muskaları”ydı ama bir arkadaşımın ağzından güzel bir kitap diye duymadıkça, seriye başlamam mümkün gözükmüyor.
A.R.T.Z: Tabii sinemanın da güçlü bir ilişkisi bulunuyor fantastik edebiyatla. Sen aynı zamanda sıkı bir sinema takipçisisin. Öykülerine yararı oluyor mu sinemanın? Fantastik edebiyatla sinema arasındaki ilişki için ne dersin? En beğendiğin uyarlamalar hangileri?
OKG: Sinema benim için bir cennet. Bazen izlediğim filmde bir oyuncunun mimikleri veya davranışları çok hoşuma gittiği için hikâyemde o davranışa yer veriyorum. Bazen yapılmış olanı görmek, düşlerimi geliştirmeme yardımcı oluyor.
Eskiden fantastik filmler çekmek zordu çünkü teknolojik imkanlar kısıtlıydı. Şimdi ise neredeyse yapılan tüm filmler efektler üzerine kurulu. Hal böyle olunca yönetmenler ve yapımcılar fantastik, bilimkurgu türlerine yöneliyor. Yine de hala başarısızlar; efektlerle uğraşırken, filmin dokusunu bozuyorlar. Mesela Eragon’u izlerken sinirimden ağlayacaktım neredeyse. Yine de aradan sıyrılanlar var elbette. Benim favorim kesinlikle Koku. Filmi de kitabı da inanılmaz güzel. Aşırı fantastik değil belki ama yeri ben de ayrı. Daha sonra Yüzüklerin Efendisi geliyor. Açlık Oyunları’nı da ortalama gruba sokabiliriz. Harry Potter’ın üçüncü filmini çok severim bir de. Stephen King’den Ölüm Kitabı, Yeşil Yol ve Öldüren Sis’i de üst sıralara alabiliriz.
A.R.T.Z: Yazarken belirli ritüellerin var mıdır? Bir öykü senin için ne zaman başlar ve ne zaman biter. Ya da yazdıkların tamamen biter mi, öyküden tamamen kopabilir misin?
OKG: Yazarken sessiz bir ortamda çalışırım genelde. Müzikten rahatsız oluyorum. Aklıma bir fikir geldiğinde onu not ettiğim küçük bir defterim var, o fikirleri asla silmem. Ta ki birinde kullanana kadar. Öyküyü yazarken çok sıkılırsam sonunu beklediğimden daha erkene çekerim. Aradaki küçük olayları yazmayı bırakırım. Öyküden tamamen kopma hiç olmadı bu yüzden. Bir hikâyenin sonuna “OKG” yazdım mı, o hikâye benim için yazım hataları dışında bitmiştir. Yine de yazdıktan aylar sonra değiştirdiğim hikayem olmadı değil.
A.R.T.Z: Önerebileceğin kitapları, filmleri paylaşır mısın?
OKG: Birkaç gün önce Buz ve Ateşin Şarkısı’nın daha doğrusu bilinen adıyla Taht Oyunları’nın beşinci kitabını bitirdim. Hala içim acıyor sonunu hatırladığımda. O seriyi herkese öneriyorum, dizisini izlemek ne yazık ki yetersiz. Önerebileceğim diğer kitaplar; Koku, Miras Dörtlemesi, Yüzüklerin Efendisi Serisi, Açlık Oyunları Serisi, Edgar Allen Poe’nun hikayeleri, Kaygı Veren Dostluklar ilk aklıma gelenler. Okumayı çok istediklerimin üst sıralarında ise Yerdeniz Büyücüsü geliyor.
Önerebileceğim film çok aslında ama daha az bilinebileceklerden seçtim; The Fall, Wristcutters: A Love Story, Angel- Ruby Sparks, La science des rêves, La cité des enfants perdus. Korku sinemasına hiç girmeyelim bence.
A.R.T.Z: Tekrar teşekkür ediyorum güzel sohbet adına. Yazı hayatında başarılar dilerim.
OKG: Bu benim için yeni bir deneyim oldu, böyle bir imkanı sağladığınız için çok teşekkür ederim ve nice röportajlar dilerim. Röportajda bahsedemediğim, çok yakındığım bir konuyu belirtmek istiyorum. Yazıyı yazarken zorlanmamın en büyük sebebiydi aynı zamanda bu. Bilimkurgu ve fantastik türlerinin hala tek başlık altında toplanamaması. Bu ikisi birbirlerine epey yakın. Bu ayrımın son bulmasını isterdim. Bilimkurguların çoğu fantastiktir. En azından ben öyle düşünüyorum. Umarım buna keskin bir çözüm getirilebilir. Bir de belki de bizim katkılarımızla fantastik Türk edebiyatı yirmi yıl içinde çok yüksek seviyelere ulaşabilir, bunu yapmak için insanların daha çok fantastik edebiyata yönlendirilmesini isterdim. Yarışmalar ve paneller o kadar az ki! Türk romancılığı belli başlı isimlerin başına kalmışken, bunu istemek fazla belki de. Tekrar teşekkürler.
Zaman Gezgini
Zamanda beraber yolculuk yapıyoruz. Mete ve Nehir… İki deliyiz biz. Birbirini seven ve sonsuza kadar yaşamak isteyen, yaşayabilen ve yaşayanlar. Bu benim on dokuzuncu yolculuğum, Nehir’in ise on ikinci. İlk defa yolculuk yapabileceğimi öğrendiğimde sefil bir hayat süren birisiydim. Evi ve kimsesi olmayan 25 yaşında birisi. Hayattan nefret ederek geçirdiğim 25 yıl süresince hep bir çıkış yolu aradım çoğu insan gibi fakat benim farkım ben onu buldum. Bunu başarabilen kaç kişi vardır ki! Tam olarak ne yaptığımı bilmiyorum fakat bana hep boyutlar arası dolaşıyormuşum gibi geliyor. Farklı bir gerçeklik, farklı bir dünya. ‘Zaman gezgini’. Kendime böyle demeyi seviyorum.
Bunu gerçekleştirmemi sağlayan insanı asla unutamam. Evim yokken, başıboş dolanırken karşıma çıkan büyük kurtarıcım ‘Yiğit’. Benim sefil durumumu görünce bana acıdı ve sırrını benimle paylaştı. Ona da başkası öğretmişti. Öğrendiği kişiye de bir başkası… Kendisi bırakmıştı bu işleri. Sebebini sorduğumda bana sadece ‘Yoruldum. Sen de anlayacaksın ne demek istediğimi.’ demişti. Böyle karmaşık bir olay için yapılması gerekenler basitti aslında. İşin inceliklerini bilmek gerekiyordu. Gerekenler sadece odaklanma ve söylemen gereken sözlerdi. Yiğit’in söylediğine göre çıkışının neresi olduğu bilinmiyordu belki başka bir zaman başka bir gerçeklikte kullanılmıştı ilk defa. Birçok kişinin bu yöntemi kullandığını düşünüyordu. Kendisi benim bulunduğum zamandan değildi. İnsanların bir çeşit virüs yüzünden öldüğü bir yerden geliyordu. O kadar çok yolculuk yapmıştı ki sayısını hatırlamıyordu. Onu bırakıp başka bir zamana gitmek zor gelmişti fakat yapmam gereken gitmekti sonuçta. Yeni şeyler denemeliydim.
İlk yolculuğum bayağı zorlayıcı olmuştu. Yaptığım şeyin ahlaki boyutları beni düşündürüyordu. Ne zaman büyüyü kullansan o zamandaki kullandığın bedenin ölüyordu. İlki benim bedenim olduğu için sorun yoktu fakat daha sonra yolculuk yaparsam kullandığım diğer insanlarda ölecekti. Bedenine geçtiğim diğer insana ne olduğu da bir muammaydı. Zihni yok oluyordu sanırım. İlk yolculuğumda hiç bilmediğim bir yerde yanımda yatan bir kadınla uyanmıştım fakat yaptığım büyünün etkisiyle her şeyi hatırlamaya başlıyordum. Bedenin bir önceki sahibinin anıları yavaş yavaş zihnimde canlanmaya başlıyordu. Yanımda yatan kişi ‘karım’mış. 2 ‘çocuğum’ varmış. 36 yaşındaymışım. Aile babası olmayı düşünmediğim için tam 8 gün dayanabildim buna. İlk seferimde şanslıydım aslında iyi bir yere gelmiştim. Daha sonraki yolculuklarımın bir tanesinde çok eski bir zamana döndüm. Hiçbir şey gelişmemişti. Mağara adamlarıydık. Orada iki gün kaldım sadece. Şimdiki bizler için çok zor zamanlarmış… Bir keresinde ise yoğun bakımda bir adam olarak uyandım ve hemen kaçtım oradan… En korku verici olanlardan biri bir asker olarak uyanmamdı. Elimde silah, ateş ediyordum! Ne yapacağımı şaşırdım ve hemen kuytu bir yere geçip oradan kaçmaya çalıştım. Odaklanmak çok sorun olmuştu silah sesleri arasında… En eğlendiğim zamanlardan biri ise kadın olarak uyanmamdı. Şaşırmıştım böyle bir şey olabileceğini bilmiyordum. Orda kalabilirdim ama yanlış bir bedende olduğumdan emindim. İki gün yetti sadece. En üzüldüğüm zaman ise hamile birisi olarak uyanmamdı. 8 aylıktı. Çok zor bir zaman dilimiydi benim için… Bir bebeği öldüremeyeceğim için bebeği doğurana kadar bekledim fakat bebek doğduktan sonra o bebeğimi ilk tuttuğum zaman gerçekten mutluluk vericiydi fakat dediğim gibi yanlış bedendeydim. Çok zordu arkamda anneye muhtaç bir bebek bırakmak. Babası elinden geleni yapıyordur umarım…
En harika zaman dilimim Nehir ile tanıştığım zamandı benim için. Bizimkine çok benzeyen bir dünyaydı. Yaptığım iş hoşuma gittiği için biraz kalmak istedim. Bir gazete fotoğrafçısıydım. Nehir de fotoğraf çekiyordu fakat farklı bölümlerdeydik ben magazin fotoğrafçısıydım o ise önemli haberlere gönderilen biriydi. Çatışmalara, en sıcak bölgelere yollanıyordu. Onunla tanıştım. Güzelliği beni büyülemişti fakat asıl bağlılığım onu tanıyınca olmuştu. Sevgili olmuştuk. 1 yıl boyunca mükemmel bir hayat yaşadım. İşte ben tam ‘Buldum. Burası artık benim kalacağım yer.’ dediğim zaman Nehir gittiği bir çatışma bölgesinde yaralandı. Kurtuldu fakat kurşun onu felç etmişti. Belden aşağısı tutmuyordu. Onu o halde görmek içimi acıtıyordu. Bir daha eski haline dönemeyeceğini anlayınca ona sırrımı açıklamaya karar verdim fakat acaba beraber uyguladığımızda büyüyü, aynı zaman dilimine gidebilecek miydik? Ona anlattım fakat bana inanmadı. ‘Denemek istemiyor musun?’ dedim. ‘Bilmiyorum.’ Dedi. Bir daha bu konuyu konuşmadık. Aradan bir ay geçtiğinde Nehir hayatına alışmış gibiydi eskisi gibi değildik fakat en azından beraberdik. Bir gün yanıma gelip ‘Deneyeceğim.’ Dediği zaman çok şaşırmıştım. Onun bu hayatı sevdiğini, en azından alıştığını sanıyordum. Kuralları belirledik. Gittiğimiz yer eğer ki gelişmemiş bir yerse anında bir kere daha değiştirecektik fakat teknoloji gelişmişse gazetelere ilan verecektik, internete yazacaktık. Televizyona çıkabilirsek çıkacaktık. Tüm yolları deneyecektik. Tek sorun ‘Ya yoğun bakımda uyanırsam yine?’ idi. O zaman şöyle bir anlaşma yaptık: 1 yıl boyunca tüm yolları deneyip hala cevap alamıyorsak bir sonraki zamana geçecektik eğer ki birbirimizi asla bulamazsak bulana kadar devam edecektik. En sonunda yaptık.
Beraber ilk yolculuğumuzda hem şanslı hem de şanssızdık. Aynı zaman dilimine düşmüşüz fakat sadece telgrafın olduğu bir dönemdeydik. O yüzden hemen zaman değiştirdik. İkincisinde birbirimizi bulmamız 3 ay sürdü. Birbirimize kavuştuğumuzda o kadar mutluyduk ki! Gazetedeki bir ilandan buldum onu. Farklı şehirlerdeydik ama yanına gittim. Yaşlı bir kadın olarak canlanmıştı bense 20lerimdeydim. Anne oğul gibi gözüküyorduk. Zamanı değiştirmeye karar verdik. Her seferinde sorun çıktı. Bir keresinde yine iletişimsiz bir çağdaydık. Birinde ikimizde evliydik. Bir tanesinde ikimizde gençtik fakat bulunduğumuz yerde ırkların savaşı vardı. Farklı ırklardandık bir kere daha değiştirmek zorunda kaldık. Şu anda ben bekârım, gencim, savaş yok, her şey yerli yerinde, mutlu bir hayattayım! Onu arıyorum şu anda. Gazetelere ilan verdim. İnternete yazdım. Kayıp ilanı verdim hatta ‘Kendini Zaman Gezgini sanan Nehir’ diye. Görünce o anlardı ne de olsa…
7 ay sonra beni buldu. İnternetten ilanımı görmüş. Yanına gittim. Çok güzel bir kadın olarak gelmişti bu zamana. Onu ilk gördüğümde yüzündeki ifadeden bir sorun olduğunu anlamıştım. Uzun uzun konuşmaya başladı fakat benim tüm duyduklarım sadece bunlardı gerisini hatırlamıyorum: ‘Ben bu koşuşturmacadan çok sıkıldım Mert. Bu zaman benim için ideal. Evliyim ve hamileyim şu anda. İstediğim her şeye sahibim. Kocam mükemmel bir insan. Ben ona âşık oldum. Onu bırakmak istemiyorum. Sana bunu haber verebilmek için seni aradım. Çok üzgünüm…’. Duyduklarım karşısında şoka uğramıştım. Ben ona bu hayatı vermiştim. Ben ona bunları sağlamıştım. O ise benden ayrılıyordu. Beni istemiyordu. Ben nasıl olduğunu anlamıyorum bunun. Bunca yıl mükemmel yaşamı aramıştım. Bunun için gerekli olan mükemmel insanı bulmuştum fakat o beni istemiyordu. Ona ‘Git’ diyebildim sadece ve yanından uzaklaştım.
Ne yapacağıma karar vermem birkaç haftamı aldı. Sonunda karar verdim gidecektim buradan. Nehir’i unutacaktım. Nasıl olsa önümde harika olabilecek bir sürü zaman dilimi var. Bunun üzerine yolculuğuma başladım. Bir sürü insanla tanıştım. Bir sürü tecrübem oldu. Çeşitli zaman dilimleri gördüm. Hayatta kimsenin hayal bile edemeyeceği garip yerlerde bulundum fakat asla Nehir’i unutamadım. Onun bana attığı kazığı hiçbir şey unutturamadı. Bazen o kaltağı bulup öldürmek istiyordum fakat o zamana dönmenin imkânsız olduğunu biliyordum. Bir gittiğin yere bir daha gidemiyordun ne yazık ki… Dolanmaya devam ettim. Kaçıncı olduğunu hatırlamıyorum ama en sonunda aradığım yeri buldum…
Kendime geldiğimde bembeyaz bir yerdeydim. Her yer, her şey bembeyazdı. Hiçbir şey yoktu. Ben yoktum. Burada olduğumu biliyordum ama gözlerim yoktu. Ellerim yoktu. Vücudum yoktu. İnsanlar, şehirler, ağaçlar, hayvanlar… Hiçbir şey yoktu! Her şey benim zihnimdeydi. Bedenini kullandığım tüm insanların yapmış olduğu hatalar zihnimde yankılanıyordu. En sonunda Yiğit’in ne demek istediğini anlamıştım. Durulmam gereken yer burasıydı… Sadece; ben, düşüncelerim ve başkalarının düşünceleri… Kendimi yargılamam ve affetmem gereken yer burasıydı… Hiçlik!