Müzik Blogu: Recordis

Yazmak, müzik ve blog dünyası ile alakalı Re-Cordis blogunun editörü Seçil Kalenderoğlu ile konuştuk.

recordis

A.R.T.Z: Recordis ile başlayalım istersen. Bu blog nasıl ortaya çıktı? Gelişim aşamaları nelerdi?

S.K: İlk olarak on üç on dört yaşlarımda, ablamın bilgisayarına gizlice girerek internetle tanıştım. O dönem sevdiğim sanatçıları araşıtırıyor Roll, Bant gibi dergiler okuyordum. Sonrasında bir forumla yolum kesişti. Forumun müzik bölümünde tanıştığım, yaşça benden büyük insanlar sayesinde bilgilerimi geliştirdim. Forumda film, müzik yorumları yazmaya başladım.
Arşiv merakım vardır, arşiv yapmayı severim. 2007 yılında Postman8 isimli kişisel blogumu açtım bu doğrultuda.

A.R.T.Z: Neden postman peki?

S.K: Mektup yazmak hoşuma giderdi, sekiz ise benim için özel bir rakamdır. İkisini bir araya getiren bir blog ismi seçmek istedim. Karışıklıktan yani hem müzik hem sinema yazılarının olduğu bir blogda hem de kişisel yazılara yer verilmesi pek hoşuma gitmiyor. Bu yüzden yazdıklarımı kategorize ettim. Postman8’i, postman7, postman9 öyle birbirini takip etti.

A.R.T.Z: O halde ilk blogların arşivleme dolayısıyla dinlediklerini, izlediklerini vb. hafızada tutma çabasını temel aldı?
Günümüzde artık her veriye hızla ulaşabiliyoruz. Kalıcılık meselesine iyiden iyiye ket vurulmuş durumda. Bir film izliyor, bir şarkı dinliyor üzerinde üç beş dakika konuştuktan sonra yenisini arıyoruz gibi. Bu nedenlerle bir blogun bu kalıcılık noktasında işlevsel olabileceğini düşünüyorum. Peki, üniversiteye gelelim. Recordis’in ortaya çıkış zamanları?

S.K: Kişisel bloglarım neticesinde yazı dilim gelişme gösterdi. Sık yazmak, disiplinli yazmak sana ait kelimeler oluşmasına yardım ediyor. Özgün bir dil yaratıyorsun. Ayrıca şarkıları tek tek dinlemektense bir albümün tamamını dinlemeye yöneldim. Albüm yorumları yazmaya çalıştım. Üniversiteye geldiğimde bloglarımı gösterdiğim bazı arkadaşların önerisiyle işi bir adım ileriye götürmeye karar verdik. Kaydetme, hafızada kalıcı olma meseleleri neticesinde “Recordis” ortaya çıktı. Çalıştığım arkadaşlar yazılarını yolluyor ben de bir nevi editör kimliğinde çalışmaları yürütüyordum. Bir süre sonra ise şöyle bir durum oluştu. Çalıştığım arkadaşlarla bir iki yaş farkımız vardı. Ben okulda rahata erdiğimde, tezimi hallettiğimde, onların endişeli, tempolu dönemleri geldi. Neticede recordis şu anki haline evrildi. Tekrar kişisel bir blogum oldu.

A.R.T.Z: Sosyoloji mezunusun, bunun bloga, yazı hayatına, kişisel gelişimine katkısı nasıl oldu?

S.K: Sosyoloji okurken hazırladığım ödevlerde akademik bir dil kullanmaya özen gösteriyordum. Bu akademik dili, kavramsal dili tanımak kendi özgün dilimi oluştururken katkı sağladı. Şuna bir açıdan katılıyorum. Gerçekten bilimsel bir makalede akademik dil gerekli ancak normalde tanım cümlelerinde hoşnut değilim. Dil bilgisi kuralları ise okuyucu ile yazarı aynı noktada, aynı vurgularda buluşturmak açısından gerekli. Bir de sosyoloji farklı bir özgüven kazandırdı bana.

A.R.T.Z: Gazetelerde internet sayfalarına önem göstermeye başladılar. Hatta her şeyin bilgisayarlarla halledileceği, kağıdın ortadan kalkacağı dönemler yakın gibi. Gazetelerle blogların ilişkisini nasıl değerlendiriyorsun ?

S.K: Benzer bir soruyu e-kitaplar için de soruyorlar. Kesinlikle elde okumanın keyfi ayrı. Blogu medya kulvarında, gazetelerle bir göremiyorum. Blog biraz daha kişisellikle bağlantı kuruyor diyebiliriz. Siz oradaki yorumlara bakıyor, tavsiyeleri dinliyorsunuz. Bir de blogların biraz üstüne çıkmış haber sitesi haline gelmiş platformlar mevcut. En hızlı şekilde haberlerin girilmesi kuralına sıkı sıkıya bağlı platformlar, habercilik böyledir sanırım. Haberi en iyi, en hızlı şekilde okuyucuya ulaştırma hali yine de ayırıcı özellikleri yok. Yani oradaki bir habere hemen her mecradan ulaşabiliyorsun. Blog biraz daha farklı bir noktada duruyor.

A.R.T.Z: En son hangi organizasyona katıldın? Bu yıl beklediğin etkinlikler neler?

S.K: Şu an için ufukta beklediğim bir etkinlik yok. Geçtiğimiz sezon beklediğim pek çok organizasyon mevcuttu, çoğu iptal oldu.Şu sıra etkinlik takvimlerinin açıklanma zamanı. Kışın iyi konserler umuyorum. Kış konserlerini seviyorum. Geçen kışım iyi geçmişti. Konser yazısı yazmayı da seviyorum. Yazıya döndüğümde konseri kafamda canlı tutuyor. Hatırlamamı sağlıyor.

A.R.T.Z: Şu sıralar dinlemek, izlemek için önerilerin neler?

S.K: Havalar sıcak, kendi ruh halime göre Alela Diane’in Colarado Blues şarkısını ve şarkının bulunduğu albümü About Farewell’ı önerebilirim. Tom Robbins okumayı düşünüyorum. Hiç okumamıştım. Now You Seen Me ve Holly Motors filmlerini izledim. Holly Motors’u uzun zamandır bekletiyordum. Bende seven çok seviyor veya sevmeyen hiç sevmiyor etkisi yaratmadı. Bir açıdan mesajlarını biraz zorlukla veren, özellikle zor anlaşılayım derdinde olan bir film olduğunu düşünüyorum.

A.R.T.Z: Çok teşekkür ediyoruz vakit ayırdığın için.

 

tumblr

2011 yılında çıkardığı üçüncü stüdyo albümü Badlands ile adından söz ettiren Dirty Beaches çeşitli müzik ödüllerine aday olmuş hatta Water Park adında bir belgeselin de soundtrackini yapmıştı. Film- Noir’den oldukça etkilenen Dirt Beaches hatta Wong Kar Wai’e olan hayranlığını pek çok kez dile getiriyor. Bu hayranlığın müziğindeki etkileri de kuşkusuz. Şarkıları bu yönetmenlerin (David Lynch, Jim Jarmusch) filmlerine fon olabilecek pek çok ses barındırıyor kuşkusuz. İntihara meyilli minik etkiler barındıran bu şarkılarla kimi zaman koyu punk çizgilere kayan sesler aynı zamanda ağlamaklı baladlarla birleşiyordu. Horses gibi şarkılarda ise sanki 60’ların sonu 70’lerin başındaydık hatta sahne de Morrison mu var ne? Birazdan seyircilerin arasına karışacak ve tüm vücudu, sesi onlar içinde kaybolacak gibi. Aynı izde yürüyen Sweet 17 ise davul seslerine dayanan yapısıyla bir yandan karanlık atmosferinden kaçarken bir yandan da sanki imkansızın peşinde olduğunun farkında gibi. Tüm bu şarkılar albümün birinci yarısını oluşturmuşken ikinci yarısında ise True Blue ile gelen daha yavaşlayan tonlar mevcut hatta Lord Knows Best ile beraber bu tonlar daha da kasvetleniyor. Ama bu kasvet sanki olması gereken ya da olan gibi onca gidilen yollarda koptuğunuz evinizde Taipei, Queens, Etobicoke, Honolulu, San Francisco, Shanghai, Vancouver ve Montreal tüm yersiz yurtsuzluğunuzda içinizden bir türlü atamadığınız o boşluk sanki. Badlands Alex Hungtai’nin bir yandan yapmak istediği, sevdiği müziği anlatırken bir yandan da içinde gezinen o dalgalanmayı en iyi şekilde anlatan derli toplu bir albümdü.

İki sene sonra geçen yaz yeni albümünün hazırlıklarına başlayan Dirty Beaches isminin Drifters/ Love Is The Devil olacağı bu iki albümü 21 Mayıs’ta yayınlayacağını Ocak sonu gibi açıkladı. Mart ayında da bu albümden ilk şarkı olarak Love is the Devil‘ı paylaştı. Orkestral seslerle bezeli bu şarkıyı Hungtai kanlı ve gözyaşlı olarak tanımlıyor. Her zaman ilk önce sevdiklerimizi yaraladığımızı söyleyen Hungtai bu şarkıda da bunları anlatmaya çalıştığını ve içindeki boşluğa ses vermeye çalıştığını söylüyor. Bir sonraki şarkı olan Landscapes In The Mist Drifters‘ın kapanış şarkısı ve bunu özellikle belirtmek istiyorum ki albümün tamamına hakim olacağını düşünmüyorum çünkü exit kapısının renkli ışıkları şarkı içinde belirgin. Depresif ve daha sert haliyle albüme dair ne beklememiz gerektiğine dair bu şarkı biraz kafalarımızı karıştırsa da bu ikili albümün biraz daha sorgulamalarla geçeceğini anlamış olduk. Merakla bekliyoruz.”

İyi Dinlemeler!

Seçil Kalenderoğlu (alıntıdır)

Ne yazsam

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Twitter picture

You are commenting using your Twitter account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s