Korkunun esir aldığı bir ülke silaha mı sarılır?
İki çocuk ellerine silah alıyolar,okudukları okula gidiyorlar,sağa sola ateş etmeye başlıyolar. Rastgele… Kafalarına göre. Başka çocuklar ölüyor,yaralanıyor. Bütün ülke şaşırıyor, korkuyor, öfkeleniyor. Amerikan yakın tarihinin, Domuzlar Körfezi, Kennedy suikasti, Vietnam, Watergate, Discovery, 9/11..vs gibi konu başlıklarına bir yenisi ekleniyor:Columbine. Yani Columbine Lisesi’ndeki iki çocuğun arkadaşlarını öldürmesi. Amerikalılar bu hadiseye kısaca Columbine diyorlar. Biliyorsunuz,kısaca “bir şey” demeyi çok seviyorlar. Sonra herkes aynı soruları soruyorlar:Neden böyle bir olay oldu? Bunun tekrar olmasını nasıl önleriz? Herkes farklı yanıtlar veriyor. Fakat şu gerçek değişmiyor: Her biri bu kadar sansasyonel olmasa da ve “breaking news”den sayılmasa da , Amerika’da her yıl 11.000′den fazla insan bu şekilde ölüyor. Birinin eline silahı alıp, karşısındakini vurması şeklinde. Amerika’nın ve kapitalizmin fiziksel/ruhsal hastalıklarını ortaya çıkarmaya adamış olan Micheal Moore bu olayı ve bu olay minvalinde bileşke olan erk’lerin kirli hesaplarını da gündeme taşıyor. Ancak “Benim Cici Silahım”ın senaristi ve yönetmeni Moore, olup bitenleri anlatan bir belgesel yapmakla yetinmemiş. Columbine bahanesiyle “Amerika ve silah” konusunu açıyor. Her zaman olduğu gibi, Amerika hakkında hiçte doğru düşünmüyor(kirli hesaplara yansıyan hüzme ışığın sahibi olan adam); Amerika hakkında sorulması gereken soruları, cevapları ve bunların ardına arkasına çeviriyor, cesur kamerasını! “Benim Cici Silahım”, neredeyse bir akademik makale kadar düzenli ve bilimsel bir yapıya sahip, adım adım ilerleyerek akla gelen soruların çoğunu soran bir belgesel…
Moore birinci adımda, durum tespiti yapıyor(“hasar tespiti”de denebilir) ve Amerika’da bireysel silahlanmanın ne kadar kolay ve yaygın olduğunu gösteriyor.“Bir hesap açtırana tüfek hediye” promosyonu yapan banka, reyonlarında temizlik ve gıda malzemelerinin yanında kurşun da bulabileceğiniz market gibi birkaç örnek, durumun vehametini anlamamıza yetiyor.
Daha sonra Amerikalılıkla silah arasındaki ilişkiye bakıyor. Öyle görünüyor ki, Michigan’da bazı vatandaşların biraraya gelip oluşturduğu yerel milisler ve bu milislerin “Kendinizi ve ailenizi nasıl koruyacaksınız? Polise ya da yasalara mı güveneceksiniz? Her Amerikalı kendi ailesini kendi koruma hakkına sahiptir ve böyle yapmalıdır.”diyen üyeleri,sandığımız ya da umduğumuz kadar azınlık değiller.
Bu arada silahlanmayla ilgili istatistiklerden, yaşanan olayların kurbanları veya tanıdıklarıyla yapılan röportajlara kadar bir dizi veriyle, resmi tamamlıyor.
Bu resme bakıp“Canım, ne var bunda?Bu Amerika’ya özgü bir şey değil ki. Tüm gelişmiş toplumların yaşadığı bir sorun”diye düşünme ihtimaline karşın, seyirciye birkaç rakam sunuyor. Rakamlar, Amerika’da işlenen cinayet sayısının, İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya, Kanada gibi ülkelerden 30 ile 180 kat daha fazla olduğunu gösteriyor. Film açıkça ”konu silah ve cinayetse, biz herkesten farklıyız”diyor.
Moore, sadece bunlardan ibaret bir belgesel yapsa bile, salondan “Vay Be!” diyerek çıkabilirdik. Ancak “Benim Cici Silahım” sıradaki soruyu da yanıtlamaya soyunuyor: İyi de neden ? Neden biz böyleyiz?
Yukarıda da dediğimiz gibi, yanıtlar muhtelif. Fakat Moore tüm yanıtları sorguluyor… “Şiddet dolu filmler ve video oyunları mı?” “Hayır, öbür ülkelerde de aynı filmler seyrediliyor,aynı oyunlar oynanıyor.” “Tarihimizin kanlı olaylarla dolu olması mı?” “Ne yani? Almanya, Fransa veya İngiltere’ninki daha mı az kanlı?” “Müzik?” “Başka ülkelerin gençleri de dinliyor.” Moore, tüm seçenekleri safdışı bıraktıktan sonra kendi yanıtını veriyor: KORKU. Moore’a göre Amerika ‘nın diğer ülkelerden farkı bu. Paranoya düzeyine varan şiddetli bir korkunun, toplumun dokularına sinmiş olması ve Amerikalıları bu korkunun yönlendirmesi, esir alması. Amerikan tarihine bu perspektiften bakınca, uzaylılardan katil arılara,korkunç virüslerden başıboş göktaşlarına, zengin bir galeriyle karşılıyoruz. Ve herbir ya da birkaç düşman ülke, bir ya da birkaç canavar lider… Burası benim gözümde “Benim Cici Silahım” ın iyi bir belgesel filan olmaktan çıkıp, unutulmaz bir film olmaya doğru gittiği yer. Bütün bunların altında korkunun yattığını söylemek hem çok önemli bir düşünce, hem de pek telaffuz edilmeyen bir söylem. Bir sonraki adımda, sorulması gereken başka sorular var: Bu korkunun kaynağı ne? Nasıl ve kimler tarafından yaratılıyor? Hangi amaçla kullanılıyor? Moore , diğer sorular kadar üzerine gitmemekle birlikte bunları da soruyor ve hükümet, büyük şirketler ve medyadan oluşan bir ittifakın, bu korkuyu yarattığını, yaydığını ve körüklediğini söylüyor.Amaç belli: İnsanları belli şeyler yapmaya, düşünmeye, desteklemeye ve satın almaya zorlamak. Böyle bakınca, 11 Eylül’ün de ne güzel bir amaç olduğunu görmemek imkansız. “Benim Cici Silahım” , çağımızın belki en önemli sorularından birkaçını soruyor,verebilecek en sıradışı ve cesur yanıtları veriyor, varılabilecek en anlamlı sonuçlara varıyor.Bütün bunları yaparken sinemayı da ihmal etmiyor, senaryosu ve kurgusu dört dörtlük. Duruma göre, kah iğnesini batırıyor, kah Kanada’ya gidip evlerin kapılarının kilitli olup olmadığını kontrol etmek gibi gayet basit ve etkili yöntemlere başvuruyor, kah isyan ediyor, kah yas tutuyor. Çıtayı yükseğe koyduğu da görülüyor: Hedefi seyirciyi altüst etmek,mümkünse düşünce sistemini formatlamak. Zaten “bir filmin yapabilecekleri” diye bir liste yapsak, içinde bundan fazlası olmaz…
Moore’den…”Yaşlandıkça ya yumuşar ya da daha tutucu olursunuz derler. Bense daha sertleştim. Önümüzdeki hafta 48 yaşına gireceğim ve bence ‘Benim Cici Silahım ‘ yaptığım filmler arasında en kışkırtıcı olanı.”
Her devinim, ne denli hızlıysa o denli devinimdi. Omnis motus, quo celerior, ro magis … Aristo