“Cemaat, Özdeşlik, İstikrar”
Cesur Yeni Dünya Aldous Huxley’nin 1932 tarihli distopik romanıdır. Yazım boyunca romanın içeriğine dair çeşitli unsurlara değineceğim. Bu unsurların paralelinde özellikle kültür endüstrisi kavramına yönelik ipuçlarını takip etmeye çalışacağım.
Romana geçmeden önce ütopya ve distopya kavramlarına bakmakta fayda var. “Ütopya”, sözlük anlamıyla gerçekleştirilmesi imkansız tasarı veya düşünce demektir. Edebiyatta ise, var olması güç, tasarlanmış, ideal toplum düzeninden bahseden anlatıları işaret eder. Thomas More’un gerçeklikle ilgisi olmayan bir adanın toplumsal, siyasal işleyişini aktardığı Utopia eseri bu türe örnek olarak gösterilebilir.
“Distopya” basit bir mantıkla ütopyanın tersi şeklinde ifade edilebilir. Ütopya kavramı nasıl ki odağına ulaşılmak istenebileceği yerleştiriyorsa, distopya da kaçınılmak istenebileceği merkez alır. George Orwell’ın totaliter devlet düzenini irdelediği 1984 romanı distopik çalışmalar arasında önemlidir. Tıpkı türdeşi, çağdaşı Cesur Yeni Dünya gibi.
“Cesur Yeni Dünya” bizi “Ford’dan sonra 632 yılına” götürür. Bu dünyanın cesur insanları kapısında “Cemaat, Özdeşlik, İstikrar” yazan Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezinde üretilirler. Kadınların döllenmesi yasak ve ayıp olduğu için, “annelik” ve “babalık” pornografik birer kavram olarak görülür Toplumsal istikrarın temel güvencesi olan şartlandırma hipnopedya -uykuda eğitim- ile sağlanır. Hipnopedya sayesinde herkes mutludur; herkes çalışır ve herkes eğlenir. “Herkes herkes içindir.” *
Huxley’nin metninde kuşkusuz en önemli figür Ford’dur. O artık Tanrı yerine geçmiştir. İnsanlar; “Ford korusun…”, “Fordumuz…”, cümlelerini sıklıkla kullanır. Henry Ford, seri üretim bandını kullandıktan sonra Model T’yi piyasaya sürmüştür. Fordizmin doğuşuna sebep olmasıyla, kapitalizm kapılarını açmasıyla ekonominin mihenk taşı haline gelmiştir. Bu açıdan bakıldığında, Cesur Yeni Dünya’nın asıl meselesinin ekonomik olduğu düşünülebilir. Kitabın sonunda bulunan, David Bradshaw’ın kaleme aldığı Cesur Yeni Dünya Üzerine yazısı da bu düşünceyi destekler niteliktedir.
Ekonomik yapıyı korumak: “Cemaat, Özdeşlik, İstikrar” sloganına tam bağlılıkla sağlanabilir. Neticede Huxley’e ait distopya insanların şişeden üretildikleri, uykuda şartlandırıldıkları bir dönemin izleğidir. Cemaate bağlılık; toplumun tamamen bireyin üzerinde olması, özdeşlik; insanların ayrı sınıflarda olsa da amaç bakımından, eylemleri bakımından tektipleşmesi, istikrar; mevcut düzenin korunması, hipnotik etki altındaki insanlara bakıldığında kolaydır. Zaten kitabı okurken hiçbir an düzenin bozulacağını hissetmeyiz.
Kişilerin, alfa, beta, epsilon vb. hallerde kategorize edildikleri modern atmosferde istikrarı sağlamanın kesinliği çalışma prensibinde yatar. Tüm bireyler şartlandırıldıkları işleri sorgulamadan, sıkılmadan, öncelikli görev sayarak aksatmadan yaparlar . Çalışma saatleri dışında da kendilerine sunulan boş vakit geçirme seçeneklerine yönelirler. İşte bu dönemeçte kültür endüstrisi kavramı ortaya çıkar.
Kültür endüstrisini, kültürün seri üretime dönüştürüldüğü, standartlaştırıldığı, bireyde seçim şansı varmış izlenimi bırakan süreç temeline indirgeyebiliriz. Cesur Yeni Dünya’da kişilerin uyku ve çalışma saatleri dışında yaptıkları hep aynı. Zararsız, soma adında bir uyuşturucu kullanarak gerçeklikten uzaklaşmak, sıkılmayı önlemek. Duyusal filmlere gitmek. (biraz üç boyutlu sinemayı andıran, genellikle cinselliğin ön planda olduğu, istikrara yönelik filmler) “Herkes Herkese Aittir” sloganını güçlendiren, salt cinsel haz amaçlı, o hazzın dışında duygu barındırmayan ilişkiler yaşamak. Yüksek teknoloji tenis oynamak.
Düşünce tarihçisi, kültür eleştirmeni Martin Jay: “Günümüz toplumlarında insanoğlunun uyku saatlerinin dışındaki hali ayrıntılarına varana dek düzenlenmekte olduğu için gerçek kaçış, ancak uyumakla ya da delilikle olabiliyor.”** der. Huxley’nin yarattığı dünyada da durum böyledir. Cesur Yeni Dünya kültür endüstrisinin uyku dışındaki her adımı incelikle planladığı, istikrarın yararına olan tüm yapılabilirlikleri tasarladığı bir evren. Martin Jay’in söyleminde iki kelimenin altını çizmek gerekli. Uyumak ile Delilik. Uyumak bir bakıma pasifize olmaktır. Delilik ise Arno Gruen’in Normalliğin Deliliği İnsandaki Yıkıcılık Üzerine Bir Kuram kitabında sözünü ettiği gibi düzenle, toplumla uzlaşmamaktır. İki kavramın da bireysel kaçışa yönelik olması muhtemeldir.
Günümüzde de kültür endüstrisi kavramı bireyi etken konumdan çıkarıp, edilgen konuma sürükler. Hakikaten, makinenin dişlilerine hizmet ettiğimiz zamanlar dışında kalan vaktimiz bize mi aittir? Gittiğimiz yerler, eylemlerimiz, arkasından sürüklendiğimiz hareketsiz bir kültürel standartlaşma göçü müdür? Seçimler, bizim seçimlerimiz midir?
Sanırım uyku değil ancak Gruen’in değindiği delilik kavramı, sağlam kurulmuş bir kültürel, tarihsel altyapıyla özgün bilincimize, anlamsal mücadelemize yardım edebilir. Tabii eğer aradığımız Huxley’nin anlatısındaki gibi istikar sağlayıcı, düzen çağrıştırıcı kapitalist bir üst akıl değilse.
*: Cesur Yeni Dünya kitabının tanıtım metninden…
**: 07.05.2013 tarihli, Kocaeli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde gerçekleştirilen kültür endüstrisi içerikli sunum notlarından…
Bu kitabı gözden kaçırdığıma inanamıyorum, hemen ediniyorum 🙂
LikeLike