“Seyyare bir işçi olan John Nada, bir inşaatta çalışmak için Los Angeles’tadır. Şans eseri uzaylıların dünyayı ele geçirme planına şahit olur. TV, gazete ve basın yayın yoluyla halkı hipnotize eden ve gerçek görüntülerini gizleyen iğrenç istilacılar, özellikle para ve güç sahibi kimseleri kendilerine hedef seçmektedir.
Gizlice örgütlenmiş direniş hareketine katılan Nada, direnişçilerin özel yapım güneş gözlükleri sayesinde kertenkelemsi uzaylıların gerçek yüzünü görebilmektedir.”
‘Carpenter candır!!!’ sözünü sinemasal sloganlarımdan biri haline getirmem üzerinden birkaç yıl geçti sanırım. VHS döneminin baş tacı, seksenler sinemasını ince ince ören korku ve gerilim ustası; 13. Bölgeye Saldırı (1976) (Assault on Precinct 13), Sis (The Fog), Şey (The Thing), New York’tan Kaçış (Escape from New York), Yaşıyorlar (They Live) Carpenter’dan izlediğim bazı filmler.. Evet halen ustanın en önemli projesi Halloween’i izlemedim, yakındır onun da sırası.
Ucubeler sirkinin mimarı Carpenter filmlerinde hayaletlerden uzaylılara perspektifini geniş tutmuş. Yine de ‘Yaşıyorlar (They Live)’ daha ayrıksı bir noktada duruyor gibi. Düşünün ki o dönemde, Amerikalısınız, kapitalizm hortumları damarlarınızda; siz elit sınıfı, reklamları bombalayacak, onu da geçtim, devrimi yapmak için Marx’a selam çakarak bir işçi figürü yaratıp ‘Yaşıyorlar (They Live)’i çekeceksiniz. Kazın ayağı hakikaten de öyle mi? Yoksa Carpenter az buçuk abarttı mı?
Bazı unsurlarıyla filme paralel gidip dünyamıza, günümüze de bir bakış atalım…
Öncelikle işi uzaylıların üzerine yıkmak, sistemi uzaylı mimarisi saymak biraz kaçak güreşmek sanki. Ancak gayet normal. Üstelik buna rağmen elit kesime, üst sınıfa da fena giydirmiştir film. Onları tüm sistemin çıkarcı ortakları halinde göstererek. Sermaye sahipleri genellikle böyledir der gibi. Su nereye akarsa oraya giderler. Bu yüzden filmde, uzaylıların karargahında bir resepsiyona katılmalarını tuhaftan ziyade evet biliyordum, ah çok makul şeklinde karşılayabiliriz.
Televizyon kültürüne de iğne ve çuvaldızını batırır film. Zihin kontrolü, kitle tetikleyicisi, sürü psikolojisi televizyon sinyalleriyle gönderilmektedir. Tüketim toplumu, kumanda elinde; bir reklam sonrası markete gidip köpek maması alan bireylerden kuruludur. Aynı bireylerin çoğu eve döndüklerinde köpeklerini bulamazlar. Asla köpek beslememişlerdir. Eh mama boşa gitmesin, bir de köpek alalıma dek gider iş. Gelir, iki saat sonra köpekten sıkılır, onu sokağa bırakır. Acımasız mıyım, ( ya da film acımasız mı )hayır, sadece param yok. O yüzden sallamam kolay değil mi? Para kazanmak için olsa bunları yazmam. Herkesin bir fiyatı var. Benim de beş cent. Müthiş sinema endüstrisinden hiçbir oyuncuyu bu fiyata alamazsınız.
Gelelim güneş gözlüğü ve reklamlara… Birincisi gözlük Ray-Ban değil. İkincisi, filmin en beğendiğim noktası. Ana karakterimiz, güneş gözlüğü ile baktığı reklamlarda tuhaf yazılar görür. ‘Tüket, Satın Al..’ minvalindeki etkili söylemlerdir bunlar. Ardından bir kağıt paraya baktığında ise, ‘İşte sizin Tanrınız.’ yazısını görür. Carpenter uçmuş diye düşünenler olabilir. Uçmuş da evet, yani az bile söyleyerek uçmuş.

Kurtarıcı motifinde ise bir işçinin yer alması gayet manidar. Bilinçli bir seçim yapıldığını düşünmekteyim. Kendini feda etmesi de, kurtarıcı mitleriyle ilintilendirilebilir. Ufaktan kolluk kuvvetlerine, polis devletine de temas ettiğini belirtelim filmin. Büyük azar ise, medya-üst sınıf parametrelerine gidiyor. And the eleştiri goes to )
Orta arada kalmışlığı, genellikle nereye çekersen oraya gider mantığıyla filmden nasibini alıyor. Haklarında iyi de bir replik vardı da unutmuşum.
Şimdi; Carpenter, be adam ne uğraşıyorsun bunlarla? Dvd’nin ekstralarında sözünü ettiğin, havuzlu bir ev ve araba alarak mutlu olmak böyle bir yoldan mı geçiyor? O zaman hepimiz fu.k diyelim, ‘Şey’in dünyaya gelmesini bekleyelim. Birbirimizi katledeceğimize biri bu işi bizim için yapsın?
Oyunculukların zaman zaman karikatürize hale gelip sırıttığı, ufaktan b sınıfı motiflerinin iliştirildiği, konuşuldukça, yazıldıkça ciddileşen film, They Live tavsiyedir.
