OKG: Mor

mor

       Onu gördüm. Yalanları, önüne geçilemeyecek derecede artmıştı. Ona baktığım zaman, onun zamanının geldiği apaçıktı. Vücut rengi, ölüm rengi olan moru çoktan almıştı. Tabi herkes onu böyle görmüyordur eminim. Ben ‘Arek’. Ölümün meleklerinden bir tanesiyim. İnsanlar, inandırıcı olmam için beni ‘Kerim’ diye tanıyor. İşim çok basit; insanlara bakar ve zamanı gelenleri, şakağına dokunarak öldürürüm. Dokununca, ona uygun ölümü vermiş olurum. Sistem gayet açık; hayatındaki pislikler ne kadar fazlaysa, o kadar çabuk ölürsün. Bir nevi denge kurmaya çalışıyoruz insanlar arasında. Dünya üzerinde çok yalancıya ihtiyaç yok ne de olsa. Yalanların çeşitliliği var. Her yalan seni öldürmez tabi ki! Bir de ölüm meleğiyle karşılaşman gerekir, ölebilmek için ama eninde sonunda elbet birine rastlar ve ölürsün. Her yalanla birlikte ten rengin değişmeye başlar ve en sonunda mor olarak dolaşırsın. İşte o zaman, senin canını almak için ölüm melekleri karşında bitiverir. Ölüm melekleri çok fazla… Aralarından bazıları asi çıkar ve zamanından önce insanları öldürürdü. O melekler, o insanın yaşam süresini alırdı fakat cezası kara listeye alınmaktı. Yani ‘Görüldüğü yerde infaz’dı. Ben, öyle bir şeye kalkışmam asla. Hayatım gayet güzel.

Şimdiki hedefim bir kadın, genç biri. Giydiği tişört sayesinde arkadan görebildiğim kadarıyla, kollarının mosmor olmuştu her tarafı. Nasıl bu kadar morarmış diye merak etmiyor değilim ama konuşursan her zaman senin için sorun olur. Arkasından ona yetişmeye çalışıyorum. Araba kazası uygun bir ölüm diye düşündüm. Caddeye doğru yaklaşıyoruz, hızlanmalıyım. Arkadan yaklaştım, şakağına dokununca her şey bitecekti. Birden, kadın arkasına döndü ve olduğum yerde kalakaldım. Doğrudan bana bakıyordu. Hiçbir şey olmamış gibi yanından yürüyüp geçmeye çalıştım fakat yanından geçerken fısıldadı: ‘Ne olduğunu biliyorum.’ Olduğum yerde çakıldım. ‘Kim’ dememişti ‘Ne’ demişti. Yürümeye devam ettim fakat omzumda bir el hissettim. Tüylerim diken diken oldu. Ona doğru döndüm. Elimi şakağına uzattım fakat elimi tuttu. ‘Bunu yapmana izin veremem’ dedi. ‘Ne – Nereden biliyorsun ki?’ ‘Boş ver bunu. Beni takip etmeyi bırak, daha ölmek istemiyorum.’ Dedi ve yürümeye devam etti. Şaşkınlıktan ne yapacağımı şaşırmıştım. Kalbim küt küt atıyordu. Benim hakkımda bir şeyler biliyordu. Bu kesindi. Peşinden koşturdum ve kolunu tutarak durdurdum. ‘Sen de kimsin?’ ‘Ben Pelin.’ ‘Benim ne olduğumu biliyor musun?’ ‘Sen bir ölüm meleğisin.’

Pelinle yakındaki bir yerlere oturduk ve konuşmaya başladık. Onu mor görmeye dayanamadığım için, üstün görüş yeteneğimi kapattım. Gerçek ten rengi çok güzeldi. Bembeyaz bir teni, siyah, düz ve uzun saçları ve kıpkırmızı dudakları vardı. İnsanüstü bir yaratık gibi…  Konuştukça, bana açıklama yapmaya çalıştı. Eski sevgilisi bir ölüm meleğiymiş. Pelin’e vurulmuş ve itiraf etmiş. Yöntemlerimizden bahsetmiş, ölmesini istemediği için… O da fark etmiş kızın aşırı olan ten rengini fakat bir anlam getirememiş. Pelin konuştukça merakım giderek artıyordu ona karşı. Nasıl olabilirdi ki böylesi bir güzellik bu kadar yalancı?  Kendisini bırakmaya karar verdim ve gitmesine izin verdim. En azından kendisi öyle sansın istedim. Onu gizlice takip etmeye başladım. 2-3 gün boyunca devam ettim bu işe ama hiçbir şey bulamadım. Onu bu kadar güzel yapan sadece dış görünüşü değil içiydi de. Gözlemledikçe fark ettim bunu. Küçük, mütevazı bir evde yaşıyordu. Anaokulu öğretmeni olarak çalışıyor ve çocuklarla ilgilenirken gözlerinin için parlıyordu. Tek bir yalanını görmemiştim ve tek bir terslik hissetmemiştim. Beni yiyip bitiriyordu ‘Neden?’ sorusu. Bu harika insan neden mordu? Ölmeyi hak edecek ne yapmıştı? Onunla tekrar konuşmaya cesaret ettiğimde 4 gün geçmişti. ‘4 gündür peşindeyim. Senin gibi harika bir insan bunu nasıl hak etmiş bilemem fakat ben sana karışmayacağım ve hayatını yaşamana izin vereceğim. Üzgünüm, ilk olayımız için.’ ‘Teşekkür ederim. Benim bu durumuma bulunacak bir çözüm olmadığına emin misin?’ ‘Bilemiyorum. Yardım etmek isterim ama aklıma bir şey gelmiyor.’ ‘Şey… Bu başıma gelen 2. olay ve her anım biri beni öldürmek için peşimden mi geliyor diye düşünerek geçiyor. Gerçekten hiç mi bir şey bilmiyorsun bana yardımı dokunacak?’ ‘Ben… Hayır. Bilmiyorum… Şey… Iıı… Nasıl desem… Kendini rahat hissedeceksen seni birkaç gün daha takip edebilirim?’ ‘Ben sana zahmet vermek istemem…’ ‘Ben bunu yapmaktan onur duyarım.’

Onu takip etmeye devam ettim fakat bu sefer gizli olması gereken bir şey olmadığı için ona görünmekten çekinmiyordum. Okuldan ayrıldığı zaman, ona eşlik edip evine bırakıyordum. Sürekli konuşuyorduk. Bazen, beraber yemek bile yiyorduk. Birbirimize karşı itiraf edemediğimiz, bir çekim var gibi hissediyordum. Ona dokunmamak için kendimi zor tutuyordum fakat onun nasıl tepki vereceğini bilemiyordum. Onu takip etmekle geçen beşinci günün sonunda, evine bırakırken öpmek için ona doğru uzandım ve bir anda dudaklarımız buluştu. O an hiç bitmesin istedim… Benden uzaklaşırken kollarımı ona dolayıp kendime çektim fakat kendini geri çekti. ‘Evime gelmek ister misin?’ diye sordu. Bu fırsatı kaçıramazdım. Koşar adımlarla evine gittik. Kapıdan içeri girdik ve öpüşmeye devam ettik. Bir an boynumda bir acı hissettim ve gördüklerim bulanıklaşmaya başladı ve yere yıkılıverdim.

Kendime geldiğimde başım zonkluyordu. Ellerim, kalorifer borularına bağlıydı. O sırada Pelin’i gördüm. Pelin bana doğru yaklaştı ve yanıma çömeldi. ‘Ölüm meleklerini, belirli bir ritüele göre öldürüp, kanını içtiğimizde, o ölüm meleğinin aldığı her canın yaşadığı yıl sayılarının, biz cadılara geçtiğini biliyor muydun?’ Duyduklarım bende bir şok etkisi yaratmıştı, söyleyecek söz bulamadım. En son gördüğüm şey, Pelin’in iğrenç mor rengiyle boğazımı kesmesiydi…

Ne yazsam

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Twitter picture

You are commenting using your Twitter account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s