“Jordan Belfort 24 yaşında genç ve hırslı bir adamdır. Para kazanma arzusuyla Wall Street borsasında komisyoncu ve Stratton Oakmontadında bir yatırımcı firmasında zengin olmak için her şeyi yapmaya hazır bir CEO olur. 90’ları yürütmektedirler ve New York işlem salonunda her şey olabilmektedir. Önemsiz tahviller ve birçok yatırımcıyı aldatarak, Belfort kısa zamanda bir para makinasına ve aynı zamanda bir harcama makinasına dönüşür. Bir günde hesapları milyon dolarlarla doldururken o gece hepsini aynı hızda harcayabilir. Profesyonel hayatının yanı sıra uyuşturucu, fahişeler, son derece pahalı lüks fantezilerle dolu kirli bir oyunun içindedir. Bu karakterin hayatındaki her şey abartılı bir şekilde devam etmektedir…”
Scorsese’nin son filmi The Wolf of Wall Street (Para Avcısı) üç saatlik süresinin hızlı ve eğlenceli bir şekilde geçmesinin dışında Leonardo Di Caprio’nun performansıyla ön plana çıkıyor. Yine de sinemadan çıkıldığında yavaş yavaş unutulmaya başlanan, birkaç gün sonra da hayal meyal hatırlanacak bir film var karşımızda. Di Caprio’nun “oscar almalıyım” şeklindeki performansı ise filmin cilalı yapısına baktığımızda, Para Avcısı’nın komediye yakın durmasıyla Di Caprio’ya bu yıl da ödülü unutturacak gibi.
Para Avcısı’nın kimi unsurları düşünüldüğünde (sıfırdan zirveye, hırslı karakterler, kurtlar sofrası bir dünya, biyografi filmi olması gibi) Scorsese ismi film için oldukça uygun, hatta izleyici açısından heyecan uyandırıcı bir etki yaratabilir. Üstelik karşımızda üç saatlik bir film duruyor. Akla ilk gelen yönetmenin anlattığı hikayenin derinliğine epey yaklaşabildiği düşüncesiydi. Peki Para Avcısı’nın hikayesi ne kadar derinlikli?
Uyarlanan kitabı okumadığımızdan sadece film üzerinden gidersek dramatik çatışma unsurlarını ara sıra izleyiciye hissettiren, hepsini son yarım saatinde kullanan bir karnaval filmi Scorsese Di Caprio ortaklığının son ürünü. Ana karakterini sıfırdan zirveye, oradan da hızla aşağıya doğru takip eden kamerasıyla, özellikle paranın ihtişamıyla, gücüyle alakalı haz odaklı sahnelerde ( seks, içki, uyuşturucu sahnelerinde) ya da Jordan Belfort’un (Di Caprio) yüksek seviyeli motivasyon konuşmalarında atmosfere dahil olmamıza daha da özenen bir üslup yakalamış Scorsese. Bu noktadan hareketle filmin derdinin yoğun bir kapitalizm eleştirisi yapmak olduğunu söylemek mümkün değil gibi. Zaten, sistemin ahlaksız açıklarını kullanarak zirveye koşan Belfrot asla böyle bir etki uyandırmıyor. Olsa olsa onu kıskanarak izlemek mümkün. Tabii neticede bir biyografi filmi Para Avcısı, kitabın da derdi kapitalizm eleştirisi yapmak olmayabilir.
Neresinden bakarsak bakalım Casino veya Godfellas filmlerine yaklaşamıyor, zaten bir iki benzerlik dışında o filmlere de öykünmüyor Scorsese’nin son filmi. Hatta film bittiğinde, Para Avcısı’nı Scorsese’nin çekmiş olması pek bir anlam ifade etmiyor. Sadece eğlenmek, hızla üç saatinizi eritmek, Di Caprio, Jonah Hill ve kısa süresine rağmen Matthew McConaughey’nin (netten bakıp yazdık ismini) oyunculuk performansları için, beklentiyi yükseltmeden izlenebilir. Film bittiğinde de üç beş dakikalık konuşma, filmi Di Caprio’ya oscar kazandırma çalışması gibi görmek yeterli gelecektir.