13 Kasım
Korkunç bir kabusun ortasında uyandım. Upuzun karanlık bir tünelde sıkışıp kalmışım. Kıpırdayamıyorum. Yaklaşıp uzaklaşan tren seslerinden kaçmaya çalışırken gözlerimi açtım.
Kalktığımda boğazım ağrıyordu. Biraz da ateşim çıkmıştı sanırım. Odamın küçük penceresinden dışarıya baktım. Yağmur yağıyordu. Yine de istasyon epey kalabalıktı. Sağanak, bit pazarının kurulmasına engel olamamıştı. Anlayamıyordum, burada, bu tren istasyonunun yakınında, rayların üzerinde doğmama rağmen anlayamıyordum. Tüm bu insanlar nasıl hala…
Ağrım şiddetlenmiş, yutkunmam güçleşmişti. Pencereden, simsiyah takımı içerisinde bir cenaze konuşmacısını andıran Doktor Fikret Bey’i seçebilmiştim. Tıbbi malzemelerini koyduğu siyah deri çantasını sımsıkı tutuyordu. Ona görünsem iyi olacaktı.
15 Kasım
Doktor, soğuk algınlığı dışında önemli bir şeyim olmadığını söyledi. Bir iki gün dinlenmeliymiş. İstasyonla alakalı işleri kendisi halledebilirmiş. Hangi işlerden bahsettiğini saatlerce düşünmeme rağmen bir sonuca ulaşamadım.
İstasyonun üstündeki küçük odamda geçireceğim zamanı mektuplarıma ayırmaya karar verdim. Tabii yazabilmem için, aşağıdaki bekleme salonu sessiz kalmalıydı. Neyse ki hava güzeldi. İnsanlar böyle havalarda dışarıya saklanırlardı. Normal yaşamlarını nerede nasıl sürdürdüklerini bilmediğim, şaşmaz beklentilerinden haberdar olduğum insanlar.
22 Kasım
Mektuplarımı bitirdim. Biraz nefes alabilmeyi amaçlayarak dışarı çıktım. Bit pazarında şöyle bir turladım. Dünyanın tüm şey’lerini, nesnelerini bulabileceğiniz efsunlu bir yerdi bit pazarı. Güzel ve mahzun çingene kadınlarının, çocuklarının arasında dolaşıp kafamı dağıtabildim. İstasyonun yakınındaki çadırlarda, eski püskü karavanlarda kocalarıyla yaşarlardı çingene kadınlar. Kocaları asla bit pazarına uğramazdı.
İstasyona dönerken Matmazel Mathilda ile karşılaştım. Babasıyla birlikte şairleri idam etme yasasını yürürlüğe sokan ülkesinden, iç savaş nedeniyle kaçmışlardı. Altı yedi yaşları civarında bu raylara üç saat mesafedeki kasabaya yerleşmişlerdi.
Bulutlu günlerde griye dönen mavi elbisesini giymişti Mathilda.
Beni başıyla selamlayıp;
“Bay K. bugün bir ümit var mı?” diye sordu.
“Uyandığımız her gün ümit doludur matmazel.” karşılığını verip oradan uzaklaştım. Ne yazık ki söylediğim doğruydu.
4 Aralık
Bugün doğum günümdü. Tüm zamanımı yatıp uyuyarak geçirdim.
16 Aralık
Gece çoğunluk yaptığım gibi yazdığım mektupları okudum. Ardından onlara cevaplarını yazdım. Zarflara yerleştirdim. Oda kapımın altından dışarıya ittim. Kapıyı kapattım. Sabah mektuplarımı bulduğumda çocukça sevinecektim.
23 Aralık
Titreme… Kör… Bulantı… Mathilda… Mühendis… Doktor… Karanlık… İmkansız…
27 Aralık
Nihayet kendime geldim. Doktor, Mathilda ve tanımadığım bir adam yanıbaşımdaydı. Neredeyse… Şu an, bitkinliğime rağmen iyi hissediyorum. Mathilda’nın ellerimi tutması da yardımcı oldu.
Doktor gülümseyerek sağındaki adamı tanıttı.
“Mühendis, şu karşıdaki boş hangara taşındı. Sana komşuluk edecek.”
“Ne mühendisi?” diye sorabildim zar zor.
“Her şeyin, cümle mühendisi, makine mühendisi, neşe mühendisi… Ne dersen de. Büyük projesini tamamlamaya gelmiş.”
Büyük projesini tamamlar tamamlamaz ölebileceği aklıma geliyor mühendis Mathil’daya bakarken. Hissettiğim mutlulukla ürperiyorum.
7 Ocak
Kar. Bit pazarı bembeyaz. Dışarısı kalabalık. Bekleme odası da öyle. İçeridekiler buğulanan camlara yapışmış. Birbirlerine sokulmuşlar. Soba yetersiz, yakacak azaldı.
Bir aralık üzerimi değiştirmeye odama çıkıyorum. Doktor Fikret Bey’i odamda buluyorum. Beni beklemesine karşın yarın uğrayacağını belirterek odamdan ayrılıyor. Kalbim sıkışıyor. Mühendisin Mathilda’yla ilişkisinden söz edecek kesinlikle. Beni de ilgilendirebileceğine karar vermiş olmalı.
8 Ocak
Doktor gelmedi. Mühendisin kaldığı hangardan gürültüler geliyor. Hangarın ufacık pencereleri ışıl ışıl. Herkes meraklanmış durumda. Üstelik mühendis günaşırı bit pazarına uğrayıp bir sürü şey alıyor.
20 Ocak
Mathilda bana uğramak niyetindeydi, bir bahane üretip onu uzaklaştırdım.
23 Ocak
İnsanlar bir tren düdüğü duyduklarını söylediler. Hatta bu konuda yemin ettiler. Büyük ihtimalle çok istedikleri bir şeyin hayalini kuruyorlardı.
25 Ocak
Doktorla nihayet konuşabilidim. Deri çantasını açıp beş sayfalık yazılarını önüme serdi. Bir film çekmek niyetindeymiş. Bit pazarından 8 mm kamera ve film almış. Üstelik 8 mm filmleri oynatabilen bir projeksiyon cihazı da edinmiş. Senaryosunu okumamı, fikirlerimi söylememi istedi. Filmi de ben yönetmeliymişim.
8 Mart
Bahar, ağaçlar usul usul giyiniyor. Soğuklara rağmen güneş kendinden emin. Günbegün kuvvet kazanıyor.
Doktorun senaryosunu okudum. Senaryo cerrah elinden çıkmışa benziyordu. Konusu yoktu, sadece insan odaklıydı. Film çeşitli insanların farklı bedensel kısımlarının görüntüye alınmasından ibaretti. Kiminin gözleri, kiminin elleri. Filmin finali onlarca insanla kurulan iki ayrı insan üzerine, bir kadın, bir erkek üzerineydi.
Doktora haftaya çekimlere başlayabileceğimizi söyledim.
13 Mart
Mathilda’yı hangara girerken gördüm. Odamdan çıkmak istemiyorum.
18 Mart
Çekimler güzel geçti. Doktor çok heyecanlıydı. Kamerayı titizlikle kullandı. Bense oyuncularımızı yönetip, kamerayı nereye kurmamız gerektiğini gösterdim. Filmin kurgusunu ikimiz yaptık. Nisan başında rayların ortasına bir açık hava sineması kuracağız. Filmimizin gösterimi orada gerçekleşecek.
23 Mart
Mühendisle yumruk yumruğa kapıştık. Sonra da bir güzel içtik. Sabaha dek. Hayır neden Mathilda değildi. Göğe Bakma Durağı’nı kimin yazdığını tartışırken kavga ettik.
30 Mart
Bit pazarından Genç Werther’in Acıları’nı alırken Mathilda beni fark etti. Hızlı adımlarla yanıma geldi. Onu öpme isteğim yüzünden utandım. Neyse ki Mathilda utanmadı.
5 Nisan
Sabah doktorla açık hava sinemamızı inşa ettik. İstasyonun deposunda bulduğumuz genişçe beyaz çarşafı rayların ortasına gerdik. Herkes etrafındaki en kolay yere oturdu. İstasyonun çatısına çıkanlar bile oldu.
Ufak bir çocuk gösterimden önce bana yaklaştı:
“Ya tren gelirse?” diye sordu.
Doğru cevabı vermemeye özen gösterdim.
“Gelsin fena mı, filmimizin ortasından geçen bir trenimiz olur.”
Çocuk giderken, film mi, film mi diye tekrarlıyordu.
Gösterim sorunsuz geçti. İlk defa film izleyenler, filmleri sadece televizyondan görenler büyük bir keyif aldı. Doktor da memnundu.
8 Nisan
Büyük bir gürültüyle uyandım. Pencereden baktım. Hangarın önü kalabalıktı. Koşarak hangara gittim. Mühendis kapıda duruyordu. İçeriye kimseyi sokmuyor, sadece bakılmasına izin veriyordu.
Bu imkansızdı. Hangarın diğer ucundaki lokomotifi, iki vagonu fark ettim. Herkes korkuyordu. Yılllardır bekledikleri tren önlerindeydi. Hepsi şaşkındı. Mühendise öfkeyle bakıyorlardı. Belki şimdi, istasyondan koparılıp gitmeleri gerekecekti.
Mühendis ise kendisiyle övünüyor, projesiyle kıvanç duyuyordu.
Hangarın önündeki kalabalığın öfkesi nefrete evrildi. Nefret bir linç girişimi başlattı. Araya girebildim neyse ki. Kalabalığı hangardan uzaklaştırdım. Mühendisi de kendi haline bıraktım.
İstasyona geldiğimde, mühendis hangarın kapısına yaslanmıştı.
Mathilda elimi tuttuğunda benimle olduğunun farkına varabildim. O sırada, büyük bir gürültü koptu. Biraz sonra hangardaki lokomotifle vagonların patladığını öğrendik.
Mathilda bir kibrit çöpüyle oynayarak, bana bakıp gülümsedi.
“Sonsuza dek sevgilim.”
Reblogged this on kadiravcı.
LikeLike
Hayatımda okuduğum en ilginç günlüklerden biri 🙂
LikeLike