Sorun Yaratan Adam olarak dilimize çevrilen 2006 tarihli Norveç-İzlanda ortak yapımı Den Brysomme Mannen modern dünyaya yönelttiği eleştirilerle, konformizme bakışıyla izlenmesi gereken, özgün bir kara mizah önreği.
Filmin ana karakteri Andreas, açılış sahnesindeki otobüs yolculuğu sonrası kendini garip bir şehirde bulur. Oraya neden geldiğini, yolculuğun nasıl başladığını anımsamamaktadır.
Andreas, yabancısı olduğu bu yeni dünyada herkesin isteyebileceği “şey”lere sahip olur. Ufak, şiık bir apartman dairesi. Güler yüzlü bir patronun yanında iyi bir iş. Sonradan birlikte yaşamaya başlayacağı, sevdiği, güzel bir kadın. Andreas ve pek çok insan için cezbedici bir yaşam. Üstelik Andreas’ın sahip oldukları için hiç çaba harcamamış olması da cabası.
Tabii durum hep böyle sürüp gitmeyecektir. Andreas günler geçtikçe bu sorun sistemin aslında bir sorun olduğunun farkına varacaktır. İnsanların mekanik tavırları, kestirilebilir davranışları, duyarsızlıkları Andreas için katlanılmaz bir hale gelecektir. Andreas ayrıca, sorularının çoğaldığı, çelişkilerinin arttığı dönemde başka bir kadına aşık olacaktır.
Jens Lien’in yönettiği Sorun Yaratan Adam refah seviyesi yüksek, sorunsuz bir modern dünya tasvirinde bireyin gerçekten mutlu olup olamayacağını sorguluyor. Altında Norveç imzası bulunan bir film için manidar bir sorgulama. Zira Norveç’in refah düzeyi hayli yüksek. Refah düzeyinin yüksekliğine karşın intihar oranları da azımsanmayacak seviyede. Bu gibi nedenlerle Jens Lien’in eleştirdiği modern dünyaya, refaha, konformizme dair içeriden bakışı önemli.
Sorunsuz Dünyanın Modern Tasviri
Senarist Per Schreiner’in ve yönetmen Jens Lien’in tasarladıkları, kurdukları sorunsuz modern dünya yaşadığımız dünyaya çok yakındurmaktadır. Bu bilinç tercihle Sorun Yaratan Adam’ın atmosferine dahil olmakta güçlük çekmeyiz. Karakterler, tiplemeler çevremizden tanıdık gelir.
Filmin yansıttığı mutlu kesim, yüzlerine yapıştırılmış samimiyetsiz gülümsemeleriyle, çoğumuzun beklentilerine ulaşabilen kesimdir. Peki beklentilerimiz gerçekten bizim beklentilerimiz midir? Yoksa toplumun bireyi şekillendirmekte kullandığı araçlar mıdır? Nasıl mutlu olabileceğimizi bizim dışımızda kim bilebilir? Her bireyin ortak özellikleri olduğu gibi kendine özgü özellikleri de vardır. Bu özgülüğe rağmen beklentilerimiz nasıl olur da birbirinin aynısıdır ve çok çeşitli değildir? Sorun Yaratan Adam’daki bireyler (Andreas)güçlü imajlar yaratmaya çalışan, problemsiz ilişkilere, dekoruyla diledikleri gibi oynayıp mutlu hissettikleri evlere, ortalamanın üstünde maddi kazançları, sözüm ona kayda değer iş yemeklerine sahipler midir yoksa onlara ait mi? Ciddi ciddi konuşabildikleri konuların büyük kısmını, ev dekorasyonlarındaki renk uyumuna, hangi duvar kağıdının hangi koltuklara yakışacağına ayıran bireyler. Onlar aslında yapı marketlerin pratik rahatlığında huzur bulan, etraflarını “şeyler”le ören, ördükleri “şeyler”e neredeyse tapan ama zamanı gelince taptıkları “şeyler”i de değiştiren, yok eden insanlardır.
Bu noktada film Georges Perec’in Şeyler romanındaki benzer eleştirilere mizahi bir ton katar. Perec’in romanında “şeyler” üzerine konuşmak, onlara sahip olabilmeyi hayal etmek, vitrinde rastladıkları bir tablo üzerine de, şık bir kazak üzerine de saatlerce tartışmak, 60’lı yılların Fransız toplumunu çizebilmek amacıyla kullanılır. Sorun Yaratan Adam’da ise paralel tartışmalar modern dünyayı, günümüzü tasvir eder.
Perec’in Şeyler’i ile Jens Lien’in filmi arasındaki temel fark dikkat çekicidir. Kitaptaki karakterler gündelik veya dünyayı etkileyen kimi sorunlara tamamen kayıtsız değillerdir. Onlar yüzeysel de olsa kendi dışlarında gelişen olaylara da tepki gösterirler. Örneğin roman karakterleri Cezayir Savaşı nedeniyle vicdanen rahatsızdırlar (tabii samimiyeti tartışılabilir). Sorun Yaratan Adam da ise çıkan sorunlar tamamen anormal kabul edilir. Umursanmaz, bertaraf edilmeye çalışılır. Sorun yaratan kişi ve çıkan sorun sistem içerisinde normale döndürülür. Tüm bu normalleştirme çabaları, sürekli uyumluluk ilkeleri sonsuza dek “mutlu, rahat, düzenli” bir hayat adınadır.
Arno Gruen’in Sorun Yaratanları
Andreas’ın film ilerledikçe toplumla uzlaşmayı reddetmesi, çıkış araması, sorgulaması onun, Arno Gruen’in Normalliğin Deliliği – Hastalık Olarak Gerçekçilik kitabında bahsettiği deli kimliğinin, marjinalliğin bir karşılığı olarak okunmasını sağlar. Gruen, bahsi geçen kitabında köklerinden kopmuş, toplumun beklentileriyle tamamen örtüşen insanın normal olarak adlandırıldığından, insani değerlerin, bireyselliğin yitimine dayanamayanların ise deli olarak tanımlandığından söz eder.
Andreas da insani değerlerin yitimini kaldıramaz o Gruen’in anlattığı içsel yaşamından kopmamış kişidir. Atmosferin dekoru değildir. Diğerleri gibi dış gerçekliğe kapılarak, huzursuzluğa düşmemek, sorgulamamak için iç gerçekliğini reddetnez. Bu yüzden, açlığın, savaşın belirmediği, mutluymuş izlenimi veren, sıradan evrenden kurtulmak ister. İçsel gerçekliğinden kopmadığından da sorunsuz dünyanın hissizliğini, mekanikliğini, tatsızlığını, kokusuzluğunu, ayrılma kararı aldığı sevgilisinden duyduklarını da problem olarak karşılar.
-Senden ayrılıyorum.
-Cumartesi misafirimiz var.
-Böyle ters bir zamanda olsun istemezdim ama bilmeni istedim.
-Cumartesiden önce mi ayrılacaksın?
-Cumartesiye kadar kalabilirim.
-İyi olur.
Son Söz
Andreas’ın filmin ortalarındaki bar tuvaleti sahnesi, Sorun Yaratan Adam’ı kısaca özetleyebilir. Sahnede hiçbir biranın sarhoş etmediğini (tıpkı yemeklerde tat farkı olmaması gibi) öğrenen Andreas, “Her şeyin hep iyi gitmesine gerek yok, ara sıra güzel olsa da yeter.” benzeri bir konuşmaya tanık olur. Mutluluğa ulaşmanın mutsuzluğun da olduğu bir dünyadan geçtiğini bu diyalogla anlarız.
Sorun Yaratan Adam ilgilendiği konularla, senaryosu, yönetimi, oyunculukları, kara mizah ve fantastik soslarıyla, tartışma yaratabilen, İksandinav sinemasının güzel bir örneği. İzlemeniz dileğiyle.