Cemal Erdem: Ve Söz Uyanır Kış Uykusundan

67. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülüne layık görülen Kış Uykusu’nu Nuri Bilge Ceylan’ın başyapıtı olarak nitelemektense, yönetmenin filmografisinde sözün gücünün öne çıkarılmaya çalışıldığı bir kırılma anı olarak görmek daha doğru olabilir.

kış uykusu

Henüz ilk kısa metrajı Koza ile Cannes’da yarışma şansı yakalayan, Koza’nın ardından çektiği Kasaba, Mayıs Sıkıntısı, Uzak, İklimler, Üç Maymun, Bir Zamanlar Anadolu’da filmleriyle de festival ziyaretlerini sürdüren Nuri Bilge Ceylan başrollerini Haluk Bilginer, Melisa Sözen ve Demet Akbağ’ın paylaştığı 2014 yapımı Kış Uykusu filmiyle Altın Palmiye ödülünü kazandı.
Filme geçmeden önce Kış Uykusu’nun Nuri Bilge Ceylan’ın en titiz çalışması olduğunu belirtmekte fayda var. Yüz doksan altı dakikalık filmin her karesinin itinayla kurulduğu, her repliğinin incelikle yazıldığı bir gerçek. Aynı zamanda filmde, Ceylan’ın tüm filmografisini etkileyen Çehov, Shakespeare ve benzeri referans noktalarının Anadolu coğrafyasına yayıldığını, ön plana çıkarıldığını, Nuri Bilge Ceylan’ın gerek anlatım biçimi olarak gerekse de anlatmaya değer gördükleriyle, ima ettikleriyle filmin her saniyesinde bakış açısını hissettirdiğini söylemek mümkün.
Tüm bu verilere bir de Cannes’da alınan Altın Palmiye’yi ekleyince izleyici olarak ister istemez Kış Uykusu’ndan bir başyapıt bekliyoruz, ya da izlediğimizin bir başyapıt olduğuna ikna olmaya çalışıyoruz. Peki gerçekten öyle mi? Pek çok Çehov oyunundan izler taşıyan (bu noktada Alin Taşçıyan’ın yazısı okunabilir: http://haber.stargazete.com/yazar/ilk-tasi-gunahsiz-olan-atsin/yazi-895803 ) Kış Uykusu’nu Nuri Bilge Ceylan’ın başyapıtı olarak değerlendirmek mümkün mü?

kış uykusu 2

Filmin kısaca konusuna gelirsek: Aydın, oyunculuğu bıraktıktan sonra babasından kalma butik oteli işletmek için Kapadokya’ya yerleşmiştir. Yerel bir gazeteye köşe yazıları yazarak, tiyatro tarihiyle alakalı kitabına çalışarak, kendisine daima mesafeli davranan genç karısı Nihal ve boşandıktan sonra yanlarına taşınan kardeşi Necla’nın gölgeleri eşliğinde günlerini geçirmektedir.
Nuri Bilge Ceylan Kış Uykusu’nda film öyküsünü kimi yan öykülerle destekleyerek, ana karakteri Aydın’la birlikte tüm karakterleri ustalıkla çizerek anlatır. Aydın’ın işaret ettiği kimlik üzerinden de genel bir eleştiri yapmaya çalışır. Filmin asıl meselesi, Aydın’ın kim olduğu, nasıl davrandığı, kendisini nerede konumlandırdığı üzerinedir. Bu noktada Aydın’ın, özellikle kız kardeşi Necla ve eşi Nihal’le olan sınırları kırmızı çizgilerle çizilmiş ilişkilerini, ayrıca onun diğer tüm yan karakterlerle yaşadıklarını da irdelemek gerekir.

kış uykusu 1Filmin henüz başında, Aydın, otel görevlisi Hidayet’le arabalarında giderken ufak bir kaza yaşarlar. Bir çocuk arabalarının camına taş atmıştır. Hidayet koşup çocuğu yakalar. Çocuk, Aydın’ın babadan kalma evlerinden birinin kiracısı İsmail’in oğlu İlyas’tır. Hidayet’le Aydın, kaçarken suya düşen çocuğu babasına teslim ederler. Bu sırada Aydın, arabadan hiç çıkmaz. Uzaktan uzağa evin dışındaki sefaleti, yıkık döküklüğü (o yıkık döküklükten etkilenme nedeni de evlerine iyi bakılmamış olmasıdır) ve İsmail’le Hidayet arasında olan biteni izler. Hidayet, kraldan çok kralcı bir tavırla, uzun süredir kirasını ödeyemeyen hatta evlerine haciz gelen İsmail’le konuşur. Ufak bir tartışma çıkar, ortam gerilir. Küfürler havada uçuşur. Aynı esnada İsmail’in kardeşi, imamlık yapan Hamdi eve gelir. Ortalığı yatıştırır. Hidayet arabaya döndüğünde Aydın: “Neden muhatap oluyorsun?” gibi cümleler kurar. Öfkelidir. Çünkü, aslında kendi seviyesinde görmediği insanlarla muhatap olmaya yaklaşmıştır. Sırf bu yüzden Hamdi’nin koşup onlarca defa özür dilemesinden, ödeyemedikleri kira meselesini açmasından oldukça rahatsız olur.
Filmin akışı içerisinde, senaryonun taş atılma (kira, haciz) öyküsüne zaman zaman dönmesi nedeniyle de önemsizmiş izlenimi yaratabilecek bu sahne sayesinde Aydın’ın nasıl biri olduğuna dair ilk fikirlerimiz oluşmaya başlar. Aydın’ın, kiracısı İsmail’e, İsmail’in oğluna, oğlanın amcası imam Hamdi’ye bakışı onun karakterinin birkaç boyutunu dair bilgiler verir. Aydın, Hamdi’nin kırılan camın parasını ödeyip özür dilemeye otele geldiği sahnede ilk defa onunla doğrudan konuşur. Konuşmasında, İsmail’lerin evine gelen hacizden haberinin olmadığını vurgulayıp durur. Sorumluluktan kaçar. Bahsi geçen konuşmada başka önemli ayrıntılar da yakalanabilir. Aydın’ın söylem tonu gizliden gizliye üstten bakışı yansıtır. Karşısındaki durmadan özür dileyen, bakımsız Hamdi, Aydın için sinir bozuculuk kaynağından, sadece nefes alarak varlığını kanıtlayan bir figürden öte değildir. O, Hamdi’yi bir kişiden ziyade, bir şey olarak, gelecek sahnelerde ortaya çıkacağı üzere yeni bir yazı konusu olarak görür. Aydın, bir din adamının herkese örnek olması gerektiğini düşünmektedir. Hamdi bakımsız haliyle topluma nasıl örnek olabilir? Aydın bu sorunu köşe yazılarında ele almaya karar verir.
Aydın’ın karakterinin izini sürebileceğimiz, taş atma konusuyla ilgili bir diğer sahne ise Hamdi’nin yeğenini Aydın’dan özür dilemeye, el öptürmeye getirmesidir. Taşı atan yeğen, İlyas, Aydın karşısında çekingen durmasına karşın Hamdi’ye nazaran utanıp sıkılmamakta ya da, ezilmemektedi. Aydın önce bu el öpme olayının, özrün gerekli olmadığını savunur fakat Hamdi’nin ısrarlarıyla eli havaya kalkar. İlyas, Hamdi’nin zorlamasıyla, iteklemesiyle Aydın’a yaklaşır. Aydın eli havada gülmektedir ve gülüşü, Aydın’ın egosunun okşanmasını, kendi büyüklük düşüncesinin kabul görmesini içten içe istemesine dair ipuçları verir. Aydın sadece ona göre alt seviyedeki insanlarla yüz göz olmaktan hoşnut değildir ve ona göre etrafındakilerin hiçbiri Aydın’ın seviyesinde değildir ama Necla ile Nihal ailedendir.

necla aydınAydın’la alakalı ipuçlarını artırmaya, onun, kız kardeşi Necla ve karısı Nihal ile ilişkilerine bakarak devam edelim. Bu aile içi ilişkilerin, Aydın’ın Hamdi’yle, İlyas’la, İsmail’le olan temaslarından önemli farkları var. Öncelikle Aydın aile içi ilişkilerinde doğal olarak daha fazla tahammül gösteriyor. Kız kardeşiyle, eşiyle mesafesini gerek kendi isteğiyle gerekse mecburiyetten korusa da onları bir şekilde sahipleniyor. Aydın’ın Nihal’e ya da Necla’ya üstten bakışı her zaman doğrudan hissedilmiyor. Bazen diyalogların arkasından, bazen bir ses tonuyla, bazense bir bakışla durumu ele veriyor fakat kimi zaman da açık açık görülebiliyor. Örneğin Necla’nın ortaya attığı “kötülüğe kayıtsız kalmak.” tartışmasında Aydın’ın yaklaşımı, onun Necla’ya karşı tavrını ortaya koyuyor. Aydın, Necla’nın ayrıldığı alkolik eşine karşı suçluluk duyması ve daha fazlası nedeniyle tartışmaya açtığı “kötülüğe kayıtsız kalmak.” fikrini, tüm entelektüel birikimine rağmen mantıklı karşıt fikirler öne sürerek tartışmayı geliştirmek yerine, Necla’yı önemsemeyen, neredeyse aşağılayıcı bir tavırla niteliksiz örneklerle, hatta kahkahalarla eleştiriyor. Aydın’ın önüne gelen bir düşünceyi, savı, böylesine kestirip atmasını sadece o düşünceyi saçma bulmasına veya o düşünceye katılmamasına bağlayamayız. Aydın’ın yaklaşımı Necla’ya karşı içinde biriktirdiklerinin, Necla’yı konumlandırdığı yerin de bir yansımasıdır. Aynı şekilde Necla’nın da Aydın’a söylemek isteyip de söyleyemediği, suskunluğuna veya konuşma aralarına gizlediği, içinde biriktirdikleri vardır. İki karakter, Aydın bir akşam köşe yazısını yazarken, Necla’nın başlattığı bir  konuşmayla karşı karşıya gelir. Suskunluklarından sıyrılan Necla ve Aydın yükselen bir gerilimle, kaynama noktasına ulaşacak cümlelerle konuşurlar. İki tarafın da çelişkileri, birbirleri hakkındaki fikirleri açıkça ortaya dökülür. Bu tartışmada, Necla’nın Aydın’a getirdiği, din adamlarının topluma örnek olması hakkındaki yazısıyla alakalı eleştiri oldukça kayda değerdir. Necla Aydın’a dinle, din adamlarıyla ilgili fazla bilgisi olmadığına, sadece bir öfkeyle yazıya oturduğuna, yazdıklarının yüzeysel olduğuna dair tespitlerini sunar. Camiye bile gitmeyen, hatta ailesinin mezarını bile ziyaret etmeyen Aydın nasıl böyle bir yazı yazmaya kalkışabilir. Necla’ya göre burada bir içten bakış eksiktir. Aydın’sa eleştiriler karşısında saldırıya geçer. Necla’yı pasif olmakla, her şeyden elini eteğini çekmekle, yaşamını doldurmak için çabalamamakla, neredeyse bir asalak gibi yaşamakla suçlar. Sözünü ettiğim sahne benzer pek çok eleştiri barındırır fakat bana göre asıl ilgi çekici nokta, uzun zamandır iğnelemelerle, suskunluklarla yorulan iki insanın, birbirlerinin dokunulmaması gereken sınırlarına getirdikleri eleştirilerle, kış uykusundan uyanmalarını sağlamalarıdır. Sözlerle saldırmaları, karakterlerinin kriz anında, sertlikle belirginleşmesidir. Aydın’ın üstten bakışı iyice hissedilirken Necla’nın pasif havasının altında yatanların da su yüzüne çıkmasıdır.

nihalBu tartışmadan sonra Necla öyküden çıkar, Aydın ise benzer bir tartışmayı uzun zamandır ayrı odalarda kaldığı, eşi Nihal ile de yaşayacaktır. Nihal, Necla’dan farklı bir karakterdir. Suskunluğunun ardında çok şey anlatır, iğnelemelerini sessizliğinin ardına saklar. Konuştuğundaysa çok da çekinmeden söylemek istediklerini söyler. Günlerini otel odasında, ya da insanları biraraya getirdiği, yürütmekten haz aldığı yardım kampanyalarının toplantılarında geçirir. Bu toplantılara Aydın’ın dahil olmasını istemez. Kendi başına bir şeyler başarmak ister. Aydın zaten ona her imkanı sağlamıştır. Çalışmak zorunda değildir. Eyleme geçme gücünü hissettiği tek alan yardım toplantılarıdır. Aydın’ın büyük bir yardım kampanyasını Nihal’in gözetiminden alıp üstlenmek istemesi bardağı taşırır. Nasıl ki Aydın ve Necla arasında söylenmemiş tek söz kalmayana dek bir tartışma olduysa, Aydın ile Nihal arasında da olur. Nihal Aydın’ı, iyi bir insan olmasına rağmen, bağlı kaldığı, sürekli tekrarladığı, dürüstlük erdemiyle insanları ezdiğini, onlara üstten baktığını, aslında özgür olmadığını söyler. Aydın’sa Nihal’i, genç ve tecrübesiz olmasıyla, istediği zaman gitmekte özgür olduğuyla, dilerse boşanabileceklerini de söyleyerek kıstırmaya çalışır. Aydın Nihal’in oradaki yaşama tutunmasını sağlayan yardım kampanyasını bencilce ondan almaya çalıştığının farkında değildir. Nihal de aslında gerçekten gidebileceği gerçeğiyle, cesareti olmadığı gerçeğiyle yüzleşmek istemez. Aydın’ın Nihal’e karşı tüm gizli baskısına rağmen onu gerçekten sevmesi eylemlerinin gidişatını da etkileyecektir. Film o büyük tartışmanın ardından Nihal’in Aydın’a karşı harekete geçmesi, Aydın’ın da Istanbul’a gitmek üzere yola çıkmasıyla devam eder. Nihal beklemedeği bir tepki nedeniyle istediklerini uygulayamaz, Aydın ise Istanbul’a gitmeden geri dönecektir. Kış uykusu, kırılma anlarına rağmen devam edecektir.

kış uykusu 3
Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu’nda, görüntünün gücünü arka plana atacak ölçüde (tabii yine de güçlü görüntüler var. Kapadokya çekimlerinde aklım Yılmaz Atadeniz’in bir cümlesi gelmişti. Türkiye büyük bir plato, eşsiz mekanlar var, genç sinemacıların keşfetmesi lazım diye.) diyalog kullanması, oyuncuların güçlü performanslarıyla da güzel bir film izlememizi sağlıyor. Haluk Bilginer ile Melisa Sözen çok iyiler, imamı oynayan Serhat Mustafa Kılıç da dikkat çekici bir performans sergiliyor.

bzaTüm olumlu yanlarına rağmen Kış Uykusu’nun Bir Zamanlar Anadolu’da filminden geride kaldığını düşünüyorum. Bu düşüncemin iki nedeni var. İlki, repliklerle, diyaloglarla alakalı. Kış Uykusu doğrudan doğruya edebiyatçılara yaptığı göndermelerle veya alıntılarla edebi maharetini en fazla ortaya dökmeye uğraştığı sahnelerde sinemadan da edebiyattan da uzaklaşıyor. Filmdeki asıl edebiyat bana göre karakterler arasındaki gündelik konuşmalarda, sık kullanılan sözcüklerin arkasına gizlenen sancılarda, kıskançlıklarda, iğnelemelerde gizli. Yoksa şurada Çehov’dan bir cümle, burada Shakespeare’e atıfta bulunayım durumu değil. Zaten Nuri Bilge’nin de karakterlerin eleştirisinde böyle bir yöntem kullanma yoluna gittiğini düşünüyorum. Diyalogların sahiciliğiyle, konuşmaların alt metninin güçlü olmasıyla, film metnini, Nuri Bilge Ceylan’ın en iyi yaptığı iş olan görüntünün gücünü es geçmeden perdeye yansıtmasıyla, karakter çeşitliliğiyle Bir Zamanlar Anadolu’da filmini daha üst bir noktada tutuyorum. İlla edebiyat yapılacaksa, örneğin Onur Ünlü’nün Sen Aydınlatırsın Geceyi filmindeki Shakespeare’i, illa felsefi tartışmalara yöneleceksek de, Mike Leigh’in Çıplak yapımındaki güvenlik görevlisiyle ana karakter arasındaki karakterlere uygun cümlelerin ışında yapılan tartışmaları tercih ederim. İkincisi, Kış Uykusu’nda yapılan Aydın eleştirisinin, Bir Zamanlar Anadolu’da filmindeki eleştirilere nazaran daha açık yansıtılmasına rağmen o filmden geride kaldığı inancındayım. Neticede Kış Uykusu’nu Nuri Bilge Ceylan’ın başyapıtı olarak nitelemektense, yönetmenin ikinci döneminin başlangıcı olarak kabul etmek daha doğru geliyor. İlk dönemin başyapıtı Bir Zamanlar Anadolu’da filmiydi. İkinci dönem başyapıtını da bekleyip göreceğiz.

Ne yazsam

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s