Saygıdeğer Tülin Hanım,
Ben yerel bir gazetede çalışmaktayım. Hangi gazete olduğunun önemli olmadığını düşündüğümden çalıştığım gazetenin ismini vermiyorum. Yalnız, sizin yaptığınız işin bir benzerini yapmakta olduğumu söyleyebilirim. Gazetede “Dert Savar” isimli bir köşede bana gelen mektupları yanıtlamaktayım. Üç senedir bu işi hakkını vererek yaptığıma inanıyorum. Okurlarımın da çoğunlukla benden memnun olduğu kanaatindeyim. Gecemi gündüzümü yaptığım işe adadığıma göre onların mutlu olduğuna kanaat getirmem en doğal hakkım olmalı. Öyle değil mi Tülin Hanım? Üstelik sosyoloji mezunuyum. Başka bir meslekle uğraşabilecek olmama rağmen gazeteyi seçtim. Yine de okuduğum bölümden fazla uzaklaşmış sayılmam. Bana gelen her mektubu öncelikle sosyolojik bir vaka olarak ele alıyor, notlar tutuyorum. İlerde tuttuğum notlardan bir kitap oluşturabilmeyi ümit ediyorum. Zamanımın çoğunu sadece mektuplara ayırıyorum. Bu durumdan şikayetçi olduğumu düşünmeyin sakın. Aksine memnunum. Hayatımda benim dışımda bu durumdan şikayet etmeye hakkı olabilecek kimse de olmadığından içim rahat. Neyse lafı fazla uzatmayayım. Size bu mektubu yazmamın nedeni, içinden çıkamadığım ilginç bir vaka. Bu vakada mektup sahibine nasıl yardım edebileceğime emin değilim. Üstelik vakanın temel boyutu da beni epey zorladı. Sizin de bildiğiniz gibi bize genellikle aşk problemleriyle alakalı mektuplar gelir. Oysa ki aşk bir problem değil bir çözümdür öyle değil mi? Neyse biz vakamıza dönelim. Bana son gelen mektuplar arasında rastladığım bu vaka sizin de ilginizi çekebilir. Bana tavsiyeler verebileceğinize de inanıyorum. İnanılması güç ama içinde aşka dair tek bir iz bile yok. Sanki dünyada böyle bir durum mümkünmüş gibi sevgili Tülin Hanımcım. ‘Canlı Tunç Vakası’ ismini verdiğim bu vakaya dair satırları aşağıda bulabilirsiniz. Şimdilik sizi mektup sahibi Bayram Amca’nın yazdıklarıyla baş başa bırakıp aradan çekiliyorum.
Emin bey oğlum,
Adım Bayram. Çalık göyündenim. Bir anam var, görmez gözleri. Onlan yaşarım. Ufak tarlamızı sürerek geçiniriz. Bir kere niyet ettim ama evlenmedim. Neden sormayasın. Benim derdim başkadır. Düşünüp taşınmışım, sorup soruşturmuşum. Bir sen çözersin dediler. Bizim bu Çalık göyü ufacak bir köydür. Haritada bilem yoktur. Hani öyle nüfusu çok değil. Okulu, sağlık ocağı yok. Bir kıraathane işte. Orada oturup dururlar. Televizyon bakarlar. Okey, pis yedili oynarlar. Günler böyle geçip gider. Ben bir anamla konuşuk ederim. Başkası işitmez söylediklerimi. Kıraathanede çay ocağının yanındadır masam. Tek kişilik. Kimse gelmez yanıma. Çayımı kendim alırım. Tarlada yardımcım yoktur. Babam şeherli garıya kaçtı deye mi anlamam. Kendim bildim bileli böyledir. İnsanları geçtim. Alayı puşttur ya. Güneş bilem ısıtmaz beni. Yağmur ıslatmaz. Ekinlerim bize ya yeter ya yetmez. Hani birilerine beni soracak olsalar kimse gostermez. Allah neden böyle istedi, tövbe haşa haddim değil ama. Böylen sürüp gederdi o olay olmasa. Bir gün uyandım. Tarlaya giderken kıraathane önünden geçecem. Kalabalık toplaşmış. Bütün köy orda. Böyle böyük bir şeyin gölgesindeler. Televizyonda gördüydüm heykel derlermiş. Kim ne zaman getirmiş kimse bilmez. Başı dik, uzaklara bakan, parmağıyla ileriyi işaret eden bir adamın heykeli. Çolak Hasan emmi, muhtar heykele dokunup dokunup geri kaçayorlar. İhtiyar heyeti toplanıvermiş hemen, birlikte karar almışlar. Heykel kesin devletin hedeyesi. Kimse saygıda kusur etmesin. Her gün horozlar öter ötmez heykelin önünde merasim yaptılar. Gelip geçen köylü boynun eğdi heykel karşısında. Etrafına mumlar yakıldı. Kollarına çaputlar bağlandı. Kör anam bilem heykele götür deyyus beni deyiverdi. Bir ben boynum eğmedim. Merasimlere gitmedim. Muhtar gavatı kenara çekip payladı beni. Anarşık mısın ulen sen deye. Böylen bir vaka işte. Bana çok godu söylenenler. Bir gece röyamda babam gördüm. Heykelin yüzündeydi yüzü. Anamı aldatmamış deye düşündüm. Devlet bulup babamı göndermiş. Muhtarla Çolak Hasan koşarak babamı yıkmaya çalıştıydı sonra. Ertesi sabah röyam kafamda gezinip durur, heykelin yanına gettim. Onun gibi durdum. Köylü şaşkına döndü. Sövdüler, taşladılar. Gıpırdamadım. Muhtar dil döktü. Vali neyin gelen olsa ne deriz? Bakanlar üşüşse ne deriz? İşin başka boyutu yani. Neysen günler boyu gıpırdamadım. Bir gece fenerlerle belediyeden geldiler. Beni devirdiler, bir arabaya yöklediler. Heykel oldum olalı hiç gonuşmadıydım. Onlara gonuştum mecbur. İzin istedim, vermediler. Yassak dediler. Diğer heykeli bilem bilmezlermiş. Yıktırabilirlermiş. Beni hurdalığa gönderdiler. Zor gaçtım. Göyü buldum. Heykel oradaydı. Yözü babamın yözü sanki. Gosterdiği yola baktım. Yörüdüm gittim. Gimseye gozukmeden. Kaç zamandır yoldayım bilmem. Mektubu yoldan yazıyom. İnşallah ulaşıverir size. Emin Bey oğlum, ricam şudur: Devlet böyüklerimizi araya soksanız, beni heykel olarak işe alsalar, gözel bir göy meydanına dikseler. Sigorta neyim de istemem. Onu zati Üçkağıtçı Muarremden duyduydum. Nedir bilmem. Bir çare bolunmaz mı?
Mektup bu satırla sonlanıyor çok sevgili Tülin Hanımcım. Vakayı enine boyuna, uzun uzadıya düşünmeme rağmen nasıl hareket etmem gerektiği konusunda bir türlü karar veremedim. Konuyu yüz yüze görüşmemizin sağlıklı olacağı kanaatindeyim. Mektup adresim zarfın üstünde mevcut. Eğer benimle görüşmeye karar verdiğiniz bir mektup yollarsanız, zarfın arkasına aşağıda benim yazdığıma benzer bir adres de yazmanızı rica edeceğim. Zarfın arkasında bu adresi gördüğümde mektubu açmaya cesaret edebilirim. Eğer adres yoksa, istemeye istemeye de olsa mektubunuzu okumadan yırtmak zorunda kalacağım.
Sizce de tecrübelerimizi birleştirmek harika olmaz mı?
Yürekten kocaman sevgilerimle,
Dert Savar Emin
Menekşe Mahallesi
Salkımsöğüt Sokak
Hür Apartmanı
No: Sevinç Daire: Tebessüm
Tabiat Diyar