Metin Çalışkan: Madamın Saklı Köşkü

Ah yok mu dinleyecek birileri? Durup ince şeyleri anlamaya kimselerin mi kalmadı vakti? Oysaki her hikâye anlatılmalıdır öyle değil mi? Anlatılmalıdır ya, dinleyicisi olmayan hikâye neye yarar? Anlatılanlar ahşabın fısıldadıklarıysa da ne çıkar? Söz, kendinde boğulur, sessizliğe sığınır. Yine de vazgeçmek yok. Dile gelmesi gerekenler dile getirilmeli. Hem en azından siz buradasınız sevgili kimseler, yoklar,…

Cemal Erdem: Mürekkep Çocuk

-dokunsam lekesi kalır- bir büyük, yataklı tren hızında; ayrılık ben hece hece anneme ağrıdım suya yazılıp, şiire karışarak defalarca tuttum eğri büğrü harflerden çatısız eylemler kurdum illegal öznesizdim tuttum nerede, ne zaman suallerine cevap veremeyen cümleler büyüttüm devrik giden anları paylaştım düzeltmeye yeltenmeden ve evet ünlemi cümle ortasına virgülü ise hep cümle başına yerleştirdim “yıkılan kent…

Metin Çalışkan: Henüz

parmak ucuma saplanıp gezinen romatizmal ağrı, bugünün yalnızlığı çok öykülü, bin gözlü balık ağlarına takılan kent cambazları biz bir toplamı eksiltmek uğruna daha başlamamışken birbirimize az avizeli evlerden az koridorlu evlere gerilen ince ip üzerinde (ortasında sokak lambası) daha başlamamışken gökyüzü boyasına öykünüp imlasız ve dengesiz sevişmeye o cambazlar ki suya attılar kendilerini kentimin eğip…

Metin Çalışkan: Düş Avcısı

Kaç tane renk birikti ellerimde? Morlar, kırmızılar, kirli beyazlar… Kaç tane? Bilmiyorum. Tereddüt etmiş miydi ruhum? Ava çıktığımda, peşlerine düştüğümde,  son imkansız saniyede… Tereddüt etmiş miydi? Sanmam. Peki pişman mı yüreğim? Onları esaret altına almaktan, onları ölüme sürüklemekten… Pişman mı? Asla. Öksürüğüm artıyor. Rutubetli bir zamanın ortasındayım. Örümcek ağları sarıp sarmalıyor her yanımı. Üşüyorum. Bedenim…

Cemal Erdem: Sadece Duvardaki Başka Bir Tuğla

Sulanmış çimlerin kokusu… Sokağın sessizliği… Masmavi gökyüzü… Mızıka çalan bir kadın… Gün ışığı… Huzur. Caddenin ortasında, darağacında sallanan bir adam. Saklanmaya fırsat bulamadan suçüstü yakalanmış. Gazeteler yazıyordu. Güldüğü o kadar belirginmiş ki inkar etmemiş. İdam kararı oracıkta, polisler tarafından verilmiş. Hemen infaz edilmiş. Sırtımı rüzgarda hafif hafif sallanan boş bedene verip eve yürüyorum. Zili çalıyorum.…

Henüz

parmak ucuma saplanıp gezinen romatizmal ağrı, bugünün yalnızlığı çok öykülü, bin gözlü balık ağlarına takılan kent cambazları biz bir toplamı eksiltmek uğruna daha başlamamışken birbirimize az avizeli evlerden az koridorlu evlere gerilen ince ip üzerinde (ortasında sokak lambası) daha başlamamışken gökyüzü boyasına öykünüp imlasız ve dengesiz sevişmeye o cambazlar ki suya attılar kendilerini kentimin eğip…

Kadir Kurtak: Kanepe

Ne zamandır bu küçük evden taşınmayı istemişti. Çok sevdiği babasından kalmış olması bile artık onu bu düşünceden alıkoyamıyordu. Çocukluğunun geçtiği doğup büyüdüğü bu evin her bir köşesi geçmişte kalmış saf ve masum anılarıyla doluydu. Her yer unutulmaya yüz tutmuş bir filmin en güzel sahneleri gibi her an zihninde taze her an harekete geçecekmişcesine canlıydı. Kah geceleri rüya aleminde sarı saçlı…