Metin Çalışkan: Yağmurlanınca Kent

bu kentin tek gözlü kedileri cinnet geçirmiştir şiir kovalamaktan yağmur kokan satırları uzaktan uzağa izlerler şimdi tente altlarından – an siyah beyaz zaptedilmez yorgun, çıplak öpülesi, pürtelaş yağmur mazgallara sürüklenir çaresiz kaldırım kenarlarından yelkenleri şiirlerle efsunlu kağıttan gemiler cebelleştikçe boğulur dudaklarından yosunları sökemeyen geniş ağrılı denizler pis vapur camlarında seyredilir yağmuru bile, filmi apartmanlar arası…

Metin Çalışkan: Boşuna Yağmur

bak, bu sokakları ben kurmadım parkların aylak güvercinleriyle alakam yok şansım da yaver gitmedi topal piyangocularla yine de layığıyla sövmezdim rengi rüya saçların kıpırtısız havada uçuşmasa yalan yok sinema çıkışlarında vurulan figüranları tanımam etmem iç ceplerinden çıkan kızıla çalan insanı eksik kısa mesafe şiirleri de benden bilinmesin ama ben de bir şeyler yaptım elbet şarap…

Metin Çalışkan: Yağmurcu

  Dur bakalım, ne demişti Sait otogarlar için? Onu karşıladığım (nereden geldiğini unutmuşum), köfte ekmek yediğimiz o soğuk Istanbul akşamı. Tabii benimkisi bol soğansız, Sait’in ise neredeyse soğan ekmek kıvamında. Sait bayılırdı soğana, ben mi, onun aksine hiç sevmezdim. Ona göre öykülerimin kötü olmasının nedenlerinden biri buydu. Soğan sevmemem. Diğeri ise…   Otogarları, demişti dişine…