Kime gitmem gerektiğini biliyordum tamam mı? İşlerin nasıl yürüdüğünü biliyordum. Anlatacağım, sabırlı olun. Sadece sizi uyarmak istiyorum. Evet evet, bu sadece ufak bir uyarı. Birazdan anlatacaklarımda patlayan yıldızları değil, patlayan silahları bulacağınızın uyarısı. Dağılan denizlerle değil dağılan beyinlerle karşılaşacağınızın uyarısı. Hayır hayır, kesinlikle şair değilim. Bir dönem boktan şeyler yazsam da hiçbirinin konuyla alakası yok.
Söyleceklerimde sıkı bir mizah anlayışının izlerini de boşuna aramayın tamam mı? Mizahi algımızın uyuştuğunu sanmıyorum. Hatta bir mizah algısına sahip olduğumdan da emin değilim. Kısacası anlatacaklarım sizin için ucuz paçavralara benzeyebilir. Belki öylelerdir de… Yine de bu ucuz paçavralar bana ait ve onları size benden başkası anlatamaz. Üstelik bu hikâyeyi tekrar tekrar anlatma fırsatına erişemeyebilirim anlıyor musunuz? Eğer iyi bir dinleyici olacaksanız başımın üstünde yeriniz var. Tersini düşünüyorsanız defolup gitmekte özgürsünüz.
Kime gitmem gerektiğini biliyordum tamam mı? Bu yüzden Kütüphaneci’ye ulaştım. Yağmurlu bir gündü, güneşli bir gündü. Boktan bir gündü. Naneli sakızımı ağzımda evirip çevirirken kütüphaneye girdim.
Kütüphaneci beni gördüğünde tutukluk yapan bir altıpatlar gibi hissetmiş olmalı tamam mı? Buruşuk yüzünden belliydi. İyi göründüğümü söyledi. Kahkahalarla güldüm. Tüm kemiklerim birbirine geçti. Ağrı zirvelerimden birini yaşadım. Sendeledim. Raflara çarptım. Neredeyse tüm hukuk kitapları, o yüzlerce sayfalık zırvalar üzerime devrilecekti. Kütüphaneci ondan beklemediğim bir güçle fakat tam da ondan beklenebilecek bir sakinlikle durumu kontrol altına aldı. Koluma girdiği sırada yanımızda bir kadın belirdi. Başım dönüyordu. Buna rağmen kütüphanedeki hafif esintiyi hissedebiliyordum. Gözlerimi tamamen açabildiğimde kadının kan kirazı desenli bir elbise giydiğini hayâl meyâl fark ettim. Elbisenin etekleri uçuşuyordu ya da bana öyle geliyordu. Senin için bir işim var, diye fısıldadım Kütüphaneci’ye. Gerisi uğultu, gerisi karanlık.
Güneşli bir bahçedeydim. Ağaçlar kanıyordu. Sally’le birlikte yürüyorduk. Uzun namlusundan konuşabiliyordu. Hata yaptığımı söylüyordu tamam mı? Kariyerim boyunca bir kez bile ıskalamamıştım oysa. Tüm hedeflerimin işini bitirmiştim. Sally, bir kişiyi unuttuğumu söyledi. Bu imkansızdı tamam mı? Ben en iyilerindendim. Aniden karşıma iki çocuk fırladı. Kız çocuğu erkeğin emirlerine uyuyor, bir AWP mermisini dişliyor, yardım istercesine bana bakıyordu. Koşup mermiyi almaya çalıştım. Bir patlama oldu. Kızla birlikte öbür dünyayı boylamıştık. Erkekse tiksinerek fakat aynı zamanda büyük bir keyifle bizi izliyordu. Kanayan ağaçlar cesetlerimizin üzerine devrilmek üzereydi.
Gözlerini bana dikmiş bakan Kütüphaneci yanımdaydı. Sağ yanağındaki, beni bu noktadan vurabilirsiniz dercesine açık hedef haline gelen sivilcesini kaşıyordu. Emekli olmamış mıydım? Evet, emekli olmuştum tamam mı? O zaman yıllar sonra ortaya çıkmakla ne halt ediyordum? Aslında çengel bulmacalardaki ünlü fotoğraflarının alınlarına birer delik açmak dışında bir halt ettiğim yoktu. Saçma şakaların sırası mıydı? Saçma ciddiyetin sırası mıydı? Ona bir iş getirmiştim. Kütüphaneci yuvarlak gözlüklerini çıkardı, gözlerindeki teri sildi. Alnını kaşıdı. Konuşmak konusundaki kararsızlığını sürdürürken, kan kirazı elbiseli kadın bir kâse çorbayla içeri girdi. Çorbayı bana doğru uzattığında, burnuyla alnının birleştiği noktadaki enlemesine yara izini fark ettim. Demek o da… Kadınlarla çalıştıklarını bilmiyordum tamam mı? Bol limonlu tavuk suyu çorbamı suratımı buruşturarak içiyordum. Kütüphaneci derin derin nefes aldı. Kadın odanın bir köşesine kurulup Madam Bovary’sini okumaya döndü. Kütüphaneci nihayet işin detaylarını sordu. Cebimde katlı duran kâğıtları çıkarıp ona verdim. Kesinlikle ortadan kalkmalı tamam mı? Hata payı sıfır. Yarım kalmaması gereken bir iş. Notları okurken Kütüphaneci’nin kaşları iki öfkeli sustalı gibi açılıp kapanıyordu.
Onunla dalga mı geçiyordum? Dalga geçmek ne yazık ki şarjörümdeki kelimelerden biri değildi tamam mı? Bu işi kabul edemezdi. Elbette işi kabul edecekti, yoksa onu Uluslararası Tetikçiler Komitesi’ne şikayet edebilir, tüm yasal haklarını elinden alırdım. Kim olduğumu sanıyordum? Kim olduğumu sandığımı sanıyordu? Parasını da ödeyecektim tamam mı? İş iştir ve her alanda olduğu gibi bu iş de saygıyı, profesyonelliği hak eder. Kütüphaneci susturuculu bir coltun sessizliğine bürünürken ben duvardaki Leon filminin afişine dalmıştım. Bir şey söylemeye niyetlendim fakat burnumdan boşalan kan konuşmama engel oldu. Kan kirazı ebiseli kadın burnuma tampon yaparken Kütüphaneci küfürler savurarak işi kabul etti. Biraz dinlenmemi önerdi. Ertesi sabah Tetikçiler Kataloğu’nu inceleyebilirdim. Kataloğu filan siktir etmiştim tamam mı? Ben onu istiyorum, diyerek kan kirazı elbiseli kadını gösterdim. Kütüphaneci öfke mermisini dilinin şarjörüne sürdü. Bağırıp çağırmaya başladı. Kadın bu iş için uygun değildi. Nasıl uygun olamayacağını sordum tamam mı? Tecrübesizliğiyle ilgili bir şeyler mızırdandı. Evet, tecrübesizliği ahmak yarasından belliydi zaten. Ben de tam böyle birini arıyordum. Bu işten daha güzel tecrübe düşünülemezdi ya. Hem her müşterinin tetikçisini seçme hakkı vardı. Kiralık Katiller Evrensel Beyannamesi bu konuda çok açıktı. Kütüphaneci artık benden iyice sıkılıp odasına gitti. Uyumadan önce kitap okuyacağını biliyordum. Bu sinir bozukluğuyla ya bir ada hikâyesine ya da başucunda duran, bir portreye âşık olan adamın anlatıldığı romana sığınacaktı. Kütüphaneci’nin okuyabileceği diğer kitapları düşünürken gözlerim usul usul kapandı.
Uyandığımda kan kirazı elbiseli kadını masada, yüksek sesle kitabını okurken buldum. Gözlerimin açıldığını anlayınca gamzeleri ortaya çıktı. Günaydın, dedi tamam mı? Ufuk çizgisi dudaklarının arasından çıkan bir fısıltı. Sadece ikimize ait. Tanrım ne kadar genç, diye geçti içimden. Şair olmadığımı söylemiştim ya. Kurtulun bu boktan fikirden.
Yatağımda doğrulurken kadın yanıma gelip teşekkür etti. Onu seçtiğim için memnundu. Kadının gülümsemesi, kabuk bağlamış ahmak yarası beni eski, barut tadının yoğun olduğu günlere götürdü. İlk işim. Hedefim bir muhasebeciydi tamam mı? Çatıda yerimi almıştım. Kara para aklayan bir muhasebeci. Rüzgârı hissediyordum. Ne fark ederdi, onlarca masum insanın da canına okumuştum. 35 derece kuzey. İlk işimde çuvallayamazdım. 45 derece doğu. Muhasebeci manavın önündeydi. Tüfeği hesaplarıma uygun yerleştirdim. Kiraz alıyordu. Ufuk çizgisi sakindi. Manav kirazları kese kâğıdına doldurdu. Naneli sakımızı tüfeğin dürbününe yapıştırdım. Ölmesi istenen ölmeliydi. Omuzumu sabitlediğim tüfeğe yasladım. Dürbüne yaklaştım, nefesimi tuttum ve… İlk ıslık hedefi bulmuştu fakat dürbüne fazla yaklaştığımdan, alnımla burnumun birleştiği nokta açılmıştı. Adam kolundan vurulmuş, sendeliyordu. Herkes çığlık çığlığaydı. Panikle tüfeğe yeni bir ufaklık sürdüm. İkinci ıslık kese kağıdını delip geçmiş, kirazlar paramparça olmuştu. Son ıslık, hedefin beynine. Bam…
Kan kirazı elbiseli kadın ellerimden tutuyordu. Hedefi tanımalıyım, diye fısıldadı. Demek kağıttaki bilgiler yeterli gelmemişti. Bildiğim ne varsa anlattım tamam mı? Ben konuştukça kadının yüzü hedef tahtasındaki yuvarlak çizgiler gibi genişleyip daralıyordu. Sustuğumda, Kütüphaneci’nin durumumdan biraz bahsettiğini söyledi. Bir Kütüphaneci’nin bu kadar çenebaz olması garibime gidiyordu tamam mı? Neden doktora gitmeyi bırakmıştım? Neden devam edecektim ki? Katlanılması zor acılarıma yenilerini eklemek için mi? Hem yeterince yaşadım tamam mı? Yeterince patyalan silah, dağılan beyin, delik deşik edilen kalp ve kadın bacağı gördüm. Kan kirazı elbiseli kadın cümlemi tamamlar tamamlamaz ateş etmeye hazır dudaklarıyla beni öptü. Ben ağzımda leş bir tad, onun ağzındaysa karanfil kokusu. Birbirimize tamamen açılarak seviştik.
Dinlenirken, kadının gün ışı vuran sırtındaki tüm şekilleri ezberlemeye çalıştığımı fark ettim. O sıra bana neden şair dendiğini sordu. Şair değildim tamam mı, artık değildim. Eski lakabım olduğunu söyledim. İşe ilk başladığımda Yalnızlar Rıhtımı dergisinde bir iki şiirim yayımlanmıştı. Güldü. Demek böyle rahatlıyordun. Sanırım rahatlıyordum tamam mı? Sonra bıraktım, ikisi bir arada yürümedi. Kadın yatakta doğruldu. Gözlerini ovuşturdu. Bana döndü, kırlaşmış saçlarımda gezindi parmakları. Babam öldürüldüğünde dokuz yaşındaydım, dedi. Cansız bedenine abimle birlikte gitmiştik. Ağlıyordum, abimse bana bakıp gizliden gizliye gülüyordu. Tetikçiye çok sinirlenmiştim.
Kadın kan kirazı elbisesini giydi. Esnedi. İşi ne zaman bitirmeliyim, diye sordu. İşaretimi beklemesini söyledim, tamam mı? Zamanı gelince anlayacaktı. Beni gözlerimden öptü çıkarken. Ellerim karıncalandı. İlk defa biri beni gözlerimden öpüyordu.
Kapının eşiğindeyken abisine ne olduğunu sordum. Bir kazada kaybetmiş. Evde babasından kalma silahla oynarken silah ateş almış. Şanssızlık.
Kan kirazı elbiseli kadın yanımdan ayrılınca sahaflara uğradım. Bir yandan ödeyeceğim ücreti hesaplarken diğer yandan aradığım bir kitaba bakınıyordum. Süresi belirsiz takip ücreti bin, teçhizat masrafları iki bin, tetikçinin ücreti üc bin. Neyse ki tecrübesiz birini seçmiştim. İşlerinde ustalaşanların fiyatları akıl almaz seviyedeydi. Hoş artık parayı ne yapacaktım? Siktir et tamam mı?
Hesaplamayı bitirdiğimde aradığımı buldum. Kitabı aldım, bankamatikten tüm paramı çektim. Ücreti kitabın arasına yerleştirdim. Geri kalanını cebime koydum. Ferahlamıştı tamam mı? Tüm kaygılarım delik deşik olmuştu. Yeni bir ağrı krizine yakalanmasam karanfilci çingenenin tüm çiçeklerini alıp, tramvaya atlayıp kurtarıcılarıma gidecektim.
Gözlerimi açtığımda Leon’un silahından dumanların yükseldiğine dair yemin edebilirdim. Gülümsedim, diş etlerimin sızısı çarkıma sıçtı. Kütüphaneci olması gerektiği yerdeydi. Buraya nasıl geldim, diye sordum. Neyse ki kitabı kimse açmadı, diye yanıtladı. Puşt herif bu durumda hâlâ parayı nasıl düşünebilirdi? Anlamıyordum tamam mı? Kitabı gösterdi, neden özellikle onu seçtiğimi öğrenmek istedi. Queequeg kadar işinin ehli bir tetikçi tanımıyordum tamam mı? Ama o hedefini öldürememişti. Kütüphaneci beni çileden çıkarmakta kararlıydı anlaşılan. Belki biz de öldüremedik? Belki öldürdüğümüzü sandıklarımız, içerden ruhumuzu deşiyor tamam mı? Kafayı mı yemiştim? Kesinlikle hayır, sinirlendikçe Sally’den kafama sıkmasını istiyordum, bu onun etkisiydi. Güldü. Gülemedim. Beni kim getirdi, diye yineledim. O, dedi. Gülme sırası bendeydi. Göğsümün ortasına on altılık bir mermi yemiş gibi oldum. Kütüphaneci kendimi yormamamı istedi. Ücret dışında, cebimdeki tüm parayı alıp dilediğince harcamasını söyledim. İsteğimde direteceğimi bildiği için parayı aldı.
Birkaç gün sonra manavdan biraz kiraz alıp elli adım ilerdeki kafeye oturdum. Bahçede sigara içilebiliyordu. Paketteki uyarı yazısını okudum. Sigara İçmek Kanser… 35 kalibrelik bir kahkaha ateşledim. Kafedekiler dönüp homurdandılar. Umurumda değildi tamam mı? Bu tip insanus homurdanuslara alışıktım. Filtresiz bir kahve söyledim. Garson fazla gecikmeden siparişimi getirdi. Yürüttüğüm Madame Bovary’i açtım. Okumaya koyuldum. Güneşin yuvarlak yansıması yüzümde geziniyordu. Demek ışığı kontrol etmeyi henüz öğrenememişti. Kese kâğıdındaki kirazlardan bir iki tane aldım. Muhasebeci’yi öldürtükten sonra bir süre çatıda kalmıştım. Tecrübesizlik. Neredeyse yakalanacaktım. Olan biteni izliyordum. Kafeden koşup gelen iki çocuğu aniden anımsadım. Cansız yatan Muhasebeci’nin başındaydılar. Elimle defalarca alnıma vurdum. Kaderin piçliği işte, diye geçti içimen. Keyiflenmiştim.
Kiraz çekirdeklerini masaya tükürüyordum. Rüzgâr iyiydi. Hedef açıktaydı. İlk ıslık sol omzumda patladı. Masaya devrildim. Çığlıklar, kaçışan insanlar. İkinci ıslık kese kâğıdında patladı. Bir saniye kadar havaya savrulup dağılan kirazları, kan çekirdeklerini görür gibi oldum. Gözlerim kararıyordu. Üçüncü ıslık…
İşte anlatacaklarım bu kadar. Paçavralar bu kadar. Patlayan beyinlerse bu kadar değil.
On beş gündür hastahanedeyim. Kan kirazı elbiseli kadın yanıma uğramadı, Kütüphaneci’yse hem yanıma uğradı hem de istediğim bir can dostumu getirdi.
Ağrı zirvelerimden birini daha yaşarken onu kullanacağım. Şimdilik yastığımın altında huzurla uyuyor ve canım fena halde kiraz çekiyor.