Seyfi tüfeğin namlusuna bakıyordu. Dalgalı deniz, ipe dizilmiş rengârenk balonların arkasına düşüyordu.
“Çat!”
“Karavana abim, bir daha dene istersen.”
“Yok, yeter bu kadar. Kazıdın cebimdekileri çoktan.”
Seyfi gidip balonların yanındaki tahta sandığa oturdu. Dün aldığı lekeli güneş rengi kuş kafesini düşünüyordu. Böyle bir kafese layık bir kuşu nereden bulacaktı? Bu soru aklına geldikçe Seyfi öfkeleniyordu. Pırıl pırıl bir kafes alabileceği parayı biriktirdiğini anımsadıkça da öfkesi çekiliyordu.
Dalgalar kıyıya vurup geri dönüyordu.
Artık müşteri gelmezdi, zaten balonlar da azalmıştı.
Seyfi balonları ipten aldı, kayaların arasına diktiği çıtaları topladı. Ah bu çocuk, ah bu oğul nereden okumuştu o resimli kitabı da tutturmuştu böyle? Seyfi çocuğun birkaç balon patlatmasına izin verseydi bu hale gelirler miydi?
“Sermayemiz onlar bizim eşşoğlusu.” diye kestirip atardı her seferinde. Çocuğun alev alev bakan gözleri bulutlanırdı.
Yağmur başlayacak gibiydi, Seyfi acele ediyordu.
Seyfi en son, tüfeği ve oturduğu sandığı yüklendi. Kafese yaraşır bir kuş bulabilmek için yola koyuldu.
Güneş çoktan batmıştı.